EÄŸitim Kurumu   ( 2141 )   Kitaplarda   ( 1659 )   Yazarlarda   ( 4831 )  
Dergilerde   ( 786 )   Kütüphanelerde   ( 151 )   Åžehirlerde   ( 182 )  
Makalelerde   ( 2196 )   Multi Media   ( 323 )   Fetvalar   ( 895 )  
Hit
9129104
Üye 1490
Online Üye 0
Yazar Arama
Uzmanlık Alanları
............
Ahilik Kültürü Uzmanı
Akaid
Antropoloji
Arap Dili ve Belağatı
Arapça
Araştırmacı-Yazar
Arkeoloji
Asker
Astroloji
Astronomi
Atatürk İlkeleri
Beste
Bestekâr
Bibliyografya
Bilgi ve Belge Yönetimi
Bilim Tarihi
Biyografi
Bürokrat
CoÄŸrafya Bilgini
Cumhuriyet Tarihi
Çeviri
Çocuk Edebiyatçısı
Deneme Yazarı
Deniz, Harita
Devlet Adamı
Dil Araştırmacısı
din
Din Bilimleri
Din EÄŸitimi
Din Felsefesi
Din Musikisi
Din Psikolojisi
Din Sosyolojisi
Dini Gruplar
Dinler Tarihi
Divan ÅŸiiri
Dramaturg
Ebru Sanatı
Edebiyat
Edebiyat Araştırmacısı
Edebiyat Tarihi
EÄŸitimci, Yazar
Ejiptoloji
Ekonomist
Eskiçağ Tarihi
Fars Dili Edebiyatı
Felsefe
Felsefe Tarihi
Felsefe ve Din Bilimleri
Fen İlimleri
Feraiz
Fıkıh
Filoloji
Fizik
Folklor Araştırmaları
Fotoğraf Sanatçısı
Fütüroloji
Gazeteci, yazar
Grafiker
Haberci
Hadis
Halk Bilimi
Halk Ozanı
Halk Åžairi
Halkla İlişkiler
Hat Sanatı
Hekim ve fikir adamı
Hikâye ve Roman Yazarı
Hikâye Yazarı
Hititoloji
Hukuk
Hükümdar
İktisat
İlahiyat
İslam Bilimleri
İslam Felsefesi
İslâm Hukuku
İslam İktisadı
İslam Mezhepleri Tarihi
İslam Sanatı
İslam Tarihi
İslam Tarihi ve Sanatları
İslâmi Bilimler Araştırmacısı
İslami İlimler
İslam-Türk Medeniyeti Tarihi
Kelam
Kelam araştırmacısı
Kıraat ilimleri
Kimya
Kuran-ı Kerim
Kültür Araştırmacısı
Kürdistan Ehli Sünnet Alimi
Kütüphanecilik
Latin Dili ve Edebiyatı
Mantık
Matematik
Mevlevi Åžeyhi
Mevlidhan
Mezhepler Tarihçisi
Mezhepler Tarihi
Mimarlık
Mitoloji
Mûsîki
Mutasavvıf, İslâm Bilgini
Müftü
Müzik
Müzikoloji
NakkaÅŸ
Nesih
Nestalik
Nümizmatik
Ortaçağ Tarihi
Oryantalist
Osmanlı İdari ve İktisadi Tarihi
Osmanlı Müellifi
Osmanlı Tarihi
Oyun ve Roman Yazarı
Öykü Yazarı
Papaz
Politika
Psikoloji
Reisu'l-Hattatin
Reisü'l-Kurra
Resim
Sanat Tarihi
Sanatçı
Saz Åžairi
Senarist
Ses Sanatçısı
Sihirbaz
Siyaset
Siyaset Adamı
Siyaset Bilimi
Sosyal Bilimler
Sosyal Psikoloji
Sosyolog
Sosyoloji
Sözlük
Sümerolog
Süryani Dili ve Edebiyatı
Şarkı Sözü Yazarı
Åžiir
Åžiir
T. E.
Tarih
Tarih ve Halkbilimi Araştırmacısı
Tasavvuf
Tefsir
Temel İslam Bilimleri
Teoloji
Tezhip Sanatı
Tezkire Yazarı
Tıb
Tiyatro
Toplumbilim Araştırmacısı
Türk Dili ve Edebiyatı
Türk Din Musikisi
Türk İslam Edebiyatı
Türk İslam Sanatları Tarihi
Türk Lehçeleri Araştırmacısı
Türkçe
Türkoloji
Yakınçağ Tarihi
Yakınçağ Tarihi ve İktisat Tarihi Araştırmacısı
Yeni Çağ Tarihi
Yönetmen

Görevler
......
Akademisyen
Allame
Arap din bilgini
Araştırmacı
Arkeolog
Arkeoloji
Arşiv uzmanı
Asker-Komutan
AteÅŸe (Din Hizmetleri)
Atom mühendisi
Avukat
Bakan
Bankacı
BaÅŸbakan
Başdanışman
Belediye Başkanı
Bestekâr
Bilim adamı
Bürokrat
Cemaat Lideri
Çevirmen
Danışman
Defterdar
Dekan
Dekan Yrd.
Dersiam
Devlet Adamı
Devlet Başkanı
Din Hizmetleri Müşaviri
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Din Psikolojisi
Dinî musiki
Diplomat
Divan Katibi
Divan Åžairi
Diyanet İşleri Başkanı
Eczacı
Edebiyat Tarihçisi
Edebiyatçı
Editör
Ekonomist
el Ezher Åžeyhi
Elçi/Sefir
Fakih
Filozof
Gazeteci
Halife
Hanende
Haremağası
Hatip
Hattat
Hekim
Hekimbaşı
Hoca
Hukukçu
Hükümdar
İlahiyatçı
İlim Adamı
İmam
İmar Müdürü
Jeolog
Kadı
Kadıasker
Kaptan-ı Derya
Karikatürist
Kâtip
Kaymakam
Kelâmcı
Kimya Müh.
Kur'an mütercimi
Kültür Bak. Dış İlişkiler Gnl Müd.Yard.
Kütüphaneci
Memur
Mesnevi Yorumcusu
Milletvekili
Milli Eğitim Müdürü
Mimar
Molla
Muallim
Muhabir
Muhaddis
Muhasebeci
Mutasarrıf
Mutasavvıf
Müctehid
Müderris
Müdür
Müezzin
Müfessir
Müftü
Müftü Yrd.
Mühendis
Mühürdar
Müşavir
Müzehhip
Müzikolog
Neyzen
Nümizmat
Okutman
Oryantalist
Osmanlı Müellifi
Öğretim Görevlisi
Öğretim Üyesi
Öğretmen
PadiÅŸah
PaÅŸa
Pedagog
Pilot
Piskopos ( Hristiyan Din Adamı)
Psikolog
Redaktör
Reisu'l-Hattatin
Reisü'l-Kurra
Reisülküttab
Rektör
Ressam
Sadrazam
Sanat Tarihi
Seyyah (Gezgin)
Sinema
Siyasetçi
Sosyolog
Süryani Din Adamı
Åžair
Åžeyh
Şeyhülislam
Tabip/Doktor
Tarihçi
Tasavvuf Åžeyhi
Tercüman
Teşrifatçı
Ulum-i Diniye
Vaiz
Vakanüvist
Vali
Veteriner
Veziriazam
Yargıç
Yazar


Rasim Özdenören

 Yazar Detayı Yazar No : Y- 949  
Künyesi/Titri Lakabı Tabakası E-mail
19yy.
Doğum Yeri Tarihi Ölüm Yeri Tarihi
KahramanmaraÅŸ 1940
Görev Aldığı Eğitim Kurumu Mezun Olduğu Eğitim Kurumu
   
Görevi Uzmanlık Alanı
Akademisyen, Araştırmacı, Yazar, Avukat, Memur, Deneme Yazarı, Hikâye Yazarı,
BildiÄŸi Diller Mezhebi
Osmanlıca, İngilizce,
       
Yazar No: 949 Hit : 8292 Hata Bildirimi Tavsiye Et

   Yazara ait Kitaplar E-Kitaplar Makaleler Åžiirler Hikayeler Fetvalar
   Yazar Hakkındaki Tanıtım Kitapları Tanıtım Makaleleri        

Yazarın Kitapları
# Kitap Adı

Yazarın E-Kitapları
# Kitap Adı

Yazarın Makaleleri
# Makaleler Adı

Yazarın Şiirleri

Yazarın Hikayeleri
Yazarın Fetvaları
# Fetva Başlık

Yazar Hakkındaki Tanıtım Kitapları
# Kitap Adı

Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri
# Makaleler Adı

Hayat Hikayesi

Rasim Özdenören
Şair Alaeddin özdenören'in ikiz kardeşidir. İlkokula Kahramanmaraş Sakarya İlkokulunda (1947) başladı. Üçüncü sınıfa geçtiğinde babasının tayini üzerine Malatya'ya göç ettiler.
İnşaat mühendisi olan babası Bayındırlık İl Müdürlüklerinde fen memuru olarak çalıştı. Rasim Özdenören, babasını 25 Mayıs 1982'de, annesini 6 Şubat 2002'de kaybetti.
İlkokul öğrenimini Malatya Cumhuriyet İlkokulunda (3. ve 4. sınıflar) ve Gazi İlkokulunda (5. sınıf) tamamladı. Ortaokula 1952'de aynı ilde başladı. Ortaokul üçüncü sınıfa geçtiği yıl, babası Tunceli'ye tayin edildi. Ortaokulu Tunceli'de bitirdi. Bir yıl sonra babası emekliye ayrıldı ve Kahramanmaraş'a döndüler. 1955'te başladığı Maraş Lisesinden 1958'de mezun oldu.
Aynı yıl üniversite öğrenimi için İstanbul'a gitti, istanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünü (1964) ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini (1967) bitirdi. Avukatlık stajını Ankara Barosunda yaptı.
1967 yılında DPT'ye uzman yardımcısı olarak girdi. Bu görevini sürdürürken kalkınma ekonomisi konulu yüksek lisans programını tamamlamak için Amerika'ya gitti.
1970-71 yıllarında ABD'nin çeşitli eyaletlerinde ekonomik konularda araştırmalar yaptı. Eylül 1971'de yurda döndü. Haziran 1975'te Kültür Bakanlığına bakanlık müşaviri olarak atandı.
Aynı bakanlıkta bir yıl da müfettiş olarak çalıştı (1977-78). 28 Eylül 1971'de Ayşe Çalkayayla Kahramanmaraş'ta evlendi. Bu evlilikten Ömer Umran (23 Şubat 1973) ve Merve (13 Haziran 1974) adlarında iki çocuğu oldu.
Ekim 1972'de Bursa'da yedeksubay personel okulunda altı ay eğitim gördü. Eğitimini tamamladıktan sonra kışla görevi için Mart 1973'te Şırnak'a gitti. Askerliğini 1974 Şubat'ında tamamladı. Mayıs 1978'de, Kültür Bakanlığındaki görevinden ayrıldı.
1980 Mayıs'ında yeniden DPT'ye döndü ve bu tarihten sonra gazetedeki yazılarını oradan ayrıldığı 1983 yılı Mayıs'ına kadar A. Gaffar Taşkın imzasıyla sürdürdü. Devlet Planlama Teşkilatına bu ikinci girişinden sonra sırasıyla uzman (1980), Yayın ve Temsil Dairesi Başkanı (1981), Genel Sekreter Yardımcısı (1984-88), Genel Sekreter (1988) ve Müşavir (1990) olarak çalıştı. 20 Mayıs 2005'te DPT'den Genel Sekreter iken emekliye ayrıldı.
Rasim özdenören, lise öğrenciliği sırasında edebiyatla yakından ilgili bir arkadaş grubunun içindeydi. Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören ve Mehmet Akif İnan'dan oluşan bu grup bir yandan Türkiye'nin önde gelen edebiyat dergilerini izliyor, bir yandan da yerel gazetelerde sanat sayfalan düzenliyordu. Aynı çabalarının uzantısında, o dönemde yayınına ara verilen Maraş Lisesinin yayın organı Hamle dergisini tekrar çıkardılar (1958).
Lisedeki grubun içinde hikâyeyle ilgilenen tek kişi Rasim özdenören'di. O yıllarda yazdığı hikâyeleri Varlık, Seçilmiş Hikâyeler, Türk Sanatı, Dost dergilerine gönderdi.
İlk hikâyesi "Akarsu", Varbk (1 Ocak 1957) dergisinde çıktı. Bu hikâyeden sonra Varlık'ta iki hikâyesi daha çıktı: "Kasap" (1 Mart1957), "Bayır Dereden öyküler" (1 Haziran 1958).
Aynı yıllarda Türk Sanatı (1957-58) ve Arayış (1958) dergilerinde de hikâyeleri yayımlandı. Soraki yıllarda Yeni Devir gazetesinde "Notlar" başlığı altında günlük yazılar yazdı (Nisan 1977-Mayıs 83).
özdenören, 1962 yılında Sezai Karakoçla tanıştı. Bu tanışma sanat hayatının ve düşünce dünyasının şekillenmesinde etkili oldu. 1962-65 yıllan arasında yaklaşık üç yıl yazı yazmadı. Sezai Karakoç'un isteği üzerine tekrar hikâye yazmaya başladı. 1964-65 yıllarında haftalık Yeni İstiklâl gazetesinin sanat sayfasını yönetti. Bu sayfada 1950'li yıllarda yazdığı on hikâyesini yayımladı. Rasim Özdenören'in Yeni İstiklâlde yayımlanan

HİKAYELERİ

  •  "Eski­yen" (30 Eylül 1964),
  • "Oda" (7 Ekim 1964),
  • "Yolda" (17 Mart 1965, "Yol ötesi"adıyla Mart 1958'de Türk Sana­tı dergisinde de yayımlandı);
  • "Kan Ot­ları" (14 Nisan 1965),
  • "Mani OlunmuÅŸ Adam" (26 Mayıs 1965),
  • "Ricat" (7 Nisan 1965),
  • "Çark" (24 Åžubat 1965),
  • "Sabah" (24 Åžubat 1965),
  • "Koridor" (21  Nisan 1965), 
  • "Düğüm" (4 AÄŸustos 1965, Mahmut Çukuroba adıy­la).

 

Yeni İstiklâl'in sanat sayfasında, başta Cahit Zarifoğlu olmak üzere, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan gibi şairlerin eserlerini yayımladı. Özellikle Cahit Zarifoğlu, ilk kitabı İşaret Çocukları'nın on üç şiirini bu sayfada yayımladı.
Rasim Özdenören, 1967 yılında ilk kitabı Hastalar ve Işıklar'ı çıkardı. Daha ilk kitabıyla kendine ait bir hikâye dili kurmayı başardı. Bireyi merkeze alan bu hikâyelerinde toplumsal bağlarından kopartılmış insanın trajedisini anlattı. Kendine ve çevresine yabancılaşmış, hayatta karşılıksız kalmış kişilerin kendileriyle ve çevreleriyle yaşadıkları çatışma, hikâyelerinin değişmez konularından biri oldu.
Hastalar ve Işıklar'da her şey bireyin etrafında döner. Yer yer düş ile gerçek birbirine karışır. Çevresince anlaşılamayan birey gittikçe hastalıklı bir duruma sürüklenir. Dramatik bir son neredeyse kaçınılmazlaşır.
İkinci kitabı Çözülme'de (1973). günümüz insanının içine düştüğü bunalımlar, öz değerlerinden çözülmeyle birlikte gelen sorunların aileye yansıması üzerinde durdu. Çözülme, edebiyat çevrelerinde, Türk edebiyatındaki en dikkate değer uzun hikâyeler arasında gösterildi. Ülkemizdeki sosyal değişimi aile üzerinden yansıtan bu hikâyelerde bireyin devindiği çevre, ilk kitaba nazaran oldukça genişlemiştir.
Üçüncü kitabı Çok Sesli Bir Ölüm (1974), bireyin bilinçaltına, ruhsal soranlarına ilişkin açılımlarıyla dikkat çekti. Dış dünyayla uyuşamayan insanın trajedisini kültürel ve ekonomik temelleriyle birlikte verdi. Rasim özdenören'in Çok Sesli Bir Ölüm (1984) ve Çözülme (1973) adlı hikâyeleri aynı adlarla TV filmi yapıldı. Çok Sesli Bir Ölüm, Prag'da yapılan Uluslararası TV Filmleri Yarışmasında Jüri özel Ödülü'nü kazandı (1978).
Dördüncü kitabı Çarpılmışlar (1977), her şeyden önce biçimsel özellikleriyle dikkat çekti. Kitapta baştan sona hiçbir hikâyede noktalama işaretine yer verilmedi. Böylelikle bilinç akışının, duygu ve düşüncelerin kesintisiz akışı amaçlandı. Kültür bağlarından koparılmış insanların yaşadıkları açmazlar bir sanatçı dikkatiyle gözler önüne serildi.
1979 yılında yayımlanan Gül Yetiştiren Adam romanında Türkiye'nin girdiği Batılılaşma sürecinden sonra ortaya çıkan yeni durum, meselenin yeni kuşaklara yansıması ele alındı.
Tek parti döneminin bir Anadolu şehrinden görünüşü başarıyla anlatıldı. 1984 yılında yayımlanan Denize Açılan Kapı'da toplumsal dönüşümlerin, kültür krizlerinin, büyük şehrin içine sıkışıp kalmış insanların sükunet arayışlarına yer verildi. Ağırlıklı olarak tasavvufun işlendiği kitap özde-nören hikâyesinin yeni bir yönelimi olarak algılandı. Bireyin içine düştüğü yabancılaşmanın, yakın çevre ve toplumla yaşanan uyuşmazlıkların çaresi olarak beliren sükûnet arayışı kitabın ana dinamiği oldu.
Rasim özdenören, Denize Açılan Kapı'dan sonra uzun bir süre hikâye yayımlamadı. On beş yıl aradan sonra 1999'da Kuyu'yu çıkardı. Kuyu'nun ana ekseni yine tasavvuftu. Tek hikâyeden oluşan Kuyu'da çıkış noktası Hz. Yusuf kıssasıdır. Ansızın Yola Çıkmak'ta (2000) tasavvuf konusunu sürdüren özdenören, bu kitabında acemi dervişlerin hikâyesini yazdı.
Bireyin iç çatışması, kendisi ve çevresiyle hesaplaşmaları anlatıldı. Arayış ve kendini aşma çabalarıyla birlikte dünyaya direnme kitabın ana eksenini oluşturdu. Bu kitabın ardından gelen Hışırtı'da (2000) evlilik ve aşk konularına eğildi. 2002'de yayımladığı Toz'da bir kargaşa ortamına atılmış insanların açmazları anlatıldı.
Türk hikâyesine getirdiği yerlilik unsuruyla, sağlam kurguyla birlikte işlettiği son derece rafine diliyle Türk hikâyesinde ayrı bir önem kazanan Rasim özdenören 1969'da Nuri Pak-dil, Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Alaeddin
Özdenören'le birlikte Edebiyat dergisinin kurucuları arasında yer aldı.
Edebiyat dergisinden sonra Aralık 1976'da Cahit Zarifoğlu. Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören'le birlikte Mavera dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Hikâye ve yazıları bugüne değin Varlık, Türk Sanatı, Arayış, Hamle. Dost, Soyut, Yeni İstiklâl, Diriliş. Edebiyat, Mavera, Yeni Devir, Yeni Zemin. Yedi İklim, Kaşgar, Hece, Zaman. Yeni Şafak, Yeni Dönem dergi ve gazetelerinde yayımladı.
Rasim özdenören, hikâyesini. Cumhuriyetle başlayan köklü kültürel dönüşümlerin insanımızda açtığı yaralar üzerine kurdu. Modernizmin. büyük şehir olgusunun Türk insanının hayatına yerleşmesini dikkatle izledi. Yakın tarihimizde önemli bir yer tutan, köyden şehre göç olgusunun getirdiği sorunlarda bir yandan şehre tutunmaya çalışan insanları yaşadığı değerler çatışmasını izledi. bir yandan da bu sorunların arka planındaki ekonomik sorunlara dikkat çekti.
Bu çerçevede, içine düştüğü bunalımı aşamayan tedirgin ruhlar anlattı. Köklü dönüşümlerin yaşandığı evrelerde sanatıyla tarihten süzülüp gelen değerlerimize sahip çıktı. Kendisini bu dönüşümlerin yol açtığı krizlerin içinde bulan insanımızın kendine ve çevreye yabancılaşması, Rasim özdenören hikâyesinin vazgeçilmez konularından biri oldu.
Silinen toplumsal hafızaya geri dönüş isteğinin ortaya çıkardığı açmazlar, Anadolu insanının yaşadığı geçim sıkıntısı, büyük şehrin dağdağasında kaybolan sıradan insanlar gerçeğe en yakın şekliyle hikâyelerinde yer aldı. özdeğerlerimize sahip çıkışıyla kendisine kadar gelen hikayecilerden farklılaştı. Hikayelerinde öz değerlerimizi savundu; fakat bunu yaparken hikâyesini ideolojik baskı altında tutmadı; yaşanan trajediyi didaktizme ve retoriğe düşmeden anlatmayı başardı.
Hikâ-yelerindeki titiz dil işçiliğiyle dikkat çekti. Yer yer şiirsel bir eda takman dili sadelikten ayrılmadı. Ayrıntılara verdiği önemle, bilinçaltının gelgitlerini metne yansıtmadaki başarısıyla ayrıca dikkat çekti. "Roman bir savaş alanıdır, oysa hikâye bir düellodur," diyen Özdenören, bir kesitin sunumuna dikkat kesildiği hikâyelerinde kısa hikâyenin en başarılı örneklerini verdi.
özellikle 1983'ten sonra düzyazıya yönelen özdenören denemelerinde özgün tespitleri ve kendine özgü üslubuyla haklı bir üne kavuştu. İki Dünya adlı deneme kitabıyla Türkiye Millî Kültür Vakfı Fikir Ödülünü (1978) aldı. Denize Açılan Kapı Ue Türkiye Yazarlar Birliğinin hikâye (1984), Ruhun Malzemeleri ile de deneme (1986) ödüllerini kazandı.
"Hastalar ue Işıklar, kendine gerçekçi adını veren, bol örnekli, çok propagandalı, röportaj benzeri bir öz taşıyan, san'at katına bir türlü varamamış hikâyecilik akımının, neorea-list diyebileceğimiz İkinci Yeni hikâyeciliğinin ve bir türlü yerleşememiş, yabancılıktan kurtulamamış varoluşçu hikâyeciliğinin gelip de tıkandığı, söndüğü, son sınırlarına varıp ufukta netliklerini kaybettikleri bir dönemde yayımlanmış, çıkmış bulunuyor" (Sezai Karakoç)
"Rasim Özdenören hikayesiyle bize Anadolu kasabasında yaşanılan zaman'ın trajik gerçeğini ve şiirini duyurmaya çalışır." (Mehmet Kaplan)
"Rasim özdenören'in Türk hikâye-ciliğine kazandırdığı en somut unsur 'yerlilik' olayıdır, özdenören bu yer-lilik yaklaşımıyla Türk hikâyeciliğine yepyeni bir hava, yepyeni bir soluk getirmiştir." (Necip Tosun)
"Rasim özdenören 1967'de yayımladığı Hastalar ve Işıklarla, yani
daha işin başında, bir hikâye dili koymuştur ortaya." (Alim Kahraman)
"Rasim özdenören, öykülerinde bizim insanımızı ve onun iç dünyasını dile getirmektedir. İki asırdır aslından uzaklaştırılan insanımızın, bunalmış, tedirgin ve kültürel erozyona uğratılmış insanımızın toplumsal değişme ve çözülmesini bunların sebep ve sonuçlarını ele almaktadır.
"Onun öykülerindeki bu çileli insanlar bütün olumsuzluklara rağmen, teveküllü kişilerdir.
"Yazarın eserlerine dil ve teknik bakımından zengin, akıcı ve canlı bir üslup hakimdir. Sezai Karakoç'un deyişiyle 'Rasim Özdenören'in hikâyeleri toplumuzun derinliğindeki tarihî - metafizik acıyı yansıtan örneklerdir'." (Remzi Matur)

 

ESERLERİ:

 

HİKÂYE:

  • Hastalar ve Işıklar (1967),
  • Çözülme (1973),
  • Çok Sesli Bir ölüm(1974),
  • Çarpılmışlar (1977),
  • De­nize Açılan Kapı (1983),
  • Kuyu (1999),
  • Hışırtı (2000),
  • Ansızın Yola Çıkmak (2000),
  • Toz (2002).

ROMAN:

  • Gül YetiÅŸtiren Adam (1979).


 
DENEME:

  • İki Dünya (1977),
  • Müs-lümanca Düşünme Üzerine Denemeler (1985),
  • YaÅŸadığımız Günler (1985),
  • Ruhun Malzemeleri (1986),
  • Yeniden İnanmak (1987),
  • Kafa Karıştıran Ke­limeler (1987),
  • Çapraz İliÅŸkiler (1987),
  • Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı? (1987),
  • Müslümanca YaÅŸamak (1988),
  • Red Yazıları (1988),
  • Yeni Dünya Dü­zeninin Sefaleti (1996),
  • Ben ve Hayat ve Ölüm (1997),
  • İpin Ucu (1997),
  • Ace­mi Yolcu (1997),
  • Kent İliÅŸkileri (1998),
  • Yüzler (1999),
  • Köpekçe Düşünceler (1999),
  • EÅŸikte Duran İnsan (2000),
  • Yazı İmge ve Gerçeklik (2002).
  • AÅŸkın DiyalektiÄŸi (2003),
  • Düşünsel DuruÅŸ (2005).


 

ÇEVİRİ:

  • Hayvan ÇiftliÄŸi (George Onvell'dan, 1964),
  • İslâm'da Devlet Nizamı (Mevdudi'den, 1967),
  • İslâm Devletinde Mali Yapı (Dr. S.A. Sıddıkî'den, 1972)




RASİM ÖZDENÖREN KÖR BULUŞMA
Güneşin sıcak, parlak ışıkları kalabalığın üstüne sızıp kalmıştı. Büyümemiş, genç kestane ağacının gölgesi mermer gömül" taşlarının üstünde kıpırdamadan duruyordu. Güneş yakıcıydı. Her yerden gelmiş cenaze töreninin küçük kalabalığı iki musalla taşının bulunduğu caminin ön tarafındaki küçük bölmenin gölgesine toplanmış, sıkışmıştı.
Kan ter içinde gelmişti oraya. Uzak bir kentten.. Yetişeceğini biliyordu. Ve yetişmişti. Gözleri çabucak kalabalığı taradı. Çevresindeki birkaç kişinin arasında hemen ayrımsadı onu: ıslak, kızarmış gözleriyle ve isyan dolu bakışlarıyla oydu, oradaydı.. Oğulları da oradaydı. Oğulları! (Bir onlar anımsatıyor aradaki pürüzsüz, yılların doldurduğu boşluğu: kendinden olabilirdi bu oğullar, kendi dölünden gelebilirlerdi.) Gönül kırıklığı. Ne kadar zaman geçmişti aradan? Kaç yıl? Soluk bir pardesü vardı üstünde. Yoksa kendisine mi öyle gelmişti? Bir an., bakışları karşılaştı. Cesaret edebilecek miydi ona yaklaşmaya? Kör bakışlarla baktılar birbirlerine. Kaç yıl geçmişti?
Bunu kim bilebilir? Yıllar önce bu tabloyu -işte tam bunu- kim bilir kaç kez yaşatmıştı düşüncelerinde, düşlerinde? ölen onun kocasıydı. Kendisiyse eski sevgili.
Dağılıp toplanıyorlardı onun çevresinde. O, hâlâ uzağındaydı onun.
Gömüt taşlarının arasından bakımsız otlar fışkırıyordu.
Güneş olağanüstü parlak bir fanus gibi ışıklar ve ateş saçan gövdesiyle bir kubbenin tepesine asılıp kalmıştı.
Kalabalığın ortasında bir başına, kararsız, yapayalnız duruyor, isyan eden sesi bir tıslama hâlinde, göğün enginliklerine doğru kırık dökük dağılıyordu: yankısız, yansımasız, yanıtlamasız, "öldüğüne yanmıyorum, nasıl acı çekti, nasıl hırpaladılar onu, bilemezsiniz."
Mırıltıları doğaçlama bir ilâhi, sessiz bir şivan gibiydi.
İçinde bulundukları oda dünyanın öteki ucuna fırlatılmışçasına uzaktı, bir mutluluğun çığlığı uzayın izbe yerlerinden ikisini de kuşatmıştı.
Kıskançlık nedir bilmiyordu daha. Kıskançlığın, aşkın yemişi, aşkın doğal türevi olduğunu bilmiyordu. Aşk yalnızca özlemle karışık bir mutluluktu daha, sürekli özlemdi. Yoksul bir odanın kilimi üstünde ya da bir bahçenin çimenlerinde yan yana uzanmışlarken terli avuç içleriyle onun çıplak omuzlarını okşamak ve kelimesiz süren konuşmaları boyunca birlikte olmak, bir başına bu, bütün bir gençliği ömür boyu yaşamak kadar değerliydi.
Ama çıkılan bir yolculukta sarp yollardan geçmek de vardı: bu da bir yazgı olarak kabul edilmeliydi. Ve gelip dayanılıyordu geçit vermeyen boğazlara. Geriye dönmek yok. İleri geçmek yok. Ne olursa orada, o dorukta olacaktır. Kenetlenmiş ellerde artık birbirini tutacak güç kalmamıştır.
İkisinden biri, kadın ya da erkek, uçurumdan sarkmaktadır, tutuşan elleri gitgide mecalsizleşmektedir, istenç boşunadır, eller birbirini bırakacaktır. İçinde alev alev yanan kıskançlık tohumlan gürleşirken, tutuşan eller birbirinden boşanacaktır. Kıskançlık, geçen zaman içinde ilkin acıya dönüşecek, sonra da küllenmiş bir hüzün tortusu yüreğinin diplerine çöküp kalacaktır.
Ama daha bilmiyordu bunları, hiçbirini.
Günü geldiğinde bilmediği bir adam, bilmediği dilde bir haberi verdi ona. Bütün bu bilinmezliklerden çıkarılan açık bir anlam vardı, anlamıştı. Çimenlerde gezinmekten inciniyordu. Yalnızlıktan kahroluyordu. Kelimeler. Verilmiş sözler. Hepsi gerçekliğini yitirmişti. Bunlar sanki hayatında hiç olmamıştı. Bir tek şey kalmıştı geriye: acı.
Bir başınaydı orada, gömütlerin arasında. Kalabalık dağılıyordu. Güneş çarpması gibiydi, başı dönüyordu. Bir gömüt taşının üstüne çöktü, başını koluna yasladı, öylece kaldı. Taze ölü biraz ötesindeydi, gömülmüştü. Taze toprak tümsek yıkılmış bir duvar gibi serilip kalmıştı öylece. Bir bir geçip gittiler önünden, yanlarından. Telâş bitmişti. Adımlarının sesi bu koca kentin beyaza kesmiş göğünün parlak, duru maviliklerinde eriyip gidiyordu, ölgün, baygın bir sessizlikle, yankısız çınlamalarla.
Az önce tırmandığı yokuşu inmeliydi. Gitmemişlerse eğer, onu, orada, cami kapısının önünde oğullarının arasında bulacaktı. Yol boyunca dilenen çocuklar ve paçavralara sarılmış insanlar çevirdi önünü. Aşağılardan taş ve demir külçelerinin boğuk gürültüleri duyuluyordu. Durgun ayak sesleriyle bir yere doğru ilerliyormuş gibi değil de, ricat eden bir insanın taşıdığı umutsuzluk duygusuna kapılmış, yürüyorlardı. Alanda kimsecikler yoktu. Yıkılmış ve henüz yapılmamış alanın şantiye görüntüsünde, yoğun, bunaltıcı, sevimsiz ışık, insanları çekip gitmeye, ortalığı bomboş bırakmaya zorlamıştı. Garip, derin, baş döndürücü bir terkedilmişlik devrilip kalmıştı ortalık yerde. Kestane ağacının oraya doğru yürüdü.
Oradaydı! Oydu! İçi titredi. Oğullarının arasında, bir basma, yıkık ve şaşkın, eşarbı başından savrulmuş duruyordu. Yıllardır kurduğu karşılaşma gerçekleşiyordu. Ama beklediği bu görüntü olamazdı.
Bu kadın o değildi, kendisi o adam (yoksa delikanlı mı demeli? Ama hani o istekler, pişmanlıklar, geceler boyu ağlamalar -umarsızlıktan değil, hayır, dolu dolu yaşamaktan- bin yılı bir âna sığdırabilen gizil, gizemli güç, iliklerinden fışkıran dirim, coşku selleri.. nerde? Bir kez daha ele geçiremeyeceği o kutsanmış gece nerde? Hani sevgilisiyle aynı yatağı paylaşıp da, tanrısal bağ olmadığı için ona el sürmediği, süremediği gece?) değildi.
Kurguları, taşanları uçup gitmişti, dağılıp gidiyordu. Ona diyecekti ki., hayır hayır, ona hiçbir şey söyleyemezdi artık: o yaşananlar, o geçmişte duyulan özlemler başka bir dünyaya aitti ve o dünya arak yoktu, belki de hiç olmamıştı. Karşılaştıklarında, güya, seni seviyorum, diyecekti, ama artık bir yalandan başka bir şey olmazdı bu. Öylece durup kalmışlardı. Geveleyebildiği birkaç avuntu sözüne, kadın nice sonra, boğuk, tıkarak, kurumuş bir sesle: "Nasıl eziyet çekti, ah, kimse bilemez, inlemeleri kulağımdan gitmiyor" diye cevap verdi. Bu sözler, bu yakınma, o kendisi olduğu için değildi, karşısında kim olsa ona söylenecekti. Dalgın bakışları birbirine takıldı. Son bir kez. Görmeden baktılar birbirlerinin gözlerine. Adam, mendiliyle alnının terini sildi, nice sonra garajlara doğru yürümekte olduğunu ayrımsadı, yerde ezilmiş bir çiçek sürünüyordu, tozlu ayaklarla üstüne basılmış.

HASTALAR VE IÅžIIKLAR

Sezai Karakoç
Rasim özdenören'in yeni yayımlanan Hastalar ve Işıklar adlı hikâye kitabı için yazdığım uzun bir inceleme yazısının özetini burada sunuyorum.
Kitapta, hikayecimizin daha önce dergilerde yayımlanmış on beş hikâyesi bir araya gelmiş bulunuyor.
Hastalar ve Işıklar, kendine gerçekçi adını veren, bol örnekli, çok propagandalı, röportaj benzeri bir öz taşıyan, san'at katma bir türlü varamamış hikâyecilik akımının, neorealist diyebileceğimiz İkinci Yeni hikâyeciliğinin ve bir türlü yerleşememiş, yabancılıktan kurtulamamış varoluşçu hikâyeciliğinin gelip de tıkandığı, söndüğü, son sınırlarına varıp ufukta netliklerini kaybettikleri bir dönemde yayımlanmış, çıkmış bulunuyor.
Hastalar ve Işıklar, bütün hikâyelerinde hep aynı insanın yaşama serüvenini anlatıyor. Kitap bir bütünlük gösteriyor bu bakımdan. Bu insan, güneş ışıklarını sırtında bir "kamçı" gibi duyan. ışıkların bile hırpaladığı, örselediği bir çocuktur başlangıçta. Sürekli olarak korkuyla çevrilidir. Eşyayla olan belli başlı ilgisi korkudur. Sürekli olarak bir yıkıntının tablosudur eşya. Bu eşyanın sembolü, "temelinden insafsız bir kazmayla sallanan'", "her yanından fare tıkırtılarına benzeyen çürüyüşün keskin uçları", "çöküntünün çınlayan sesleri" duyulan "ev"dir. Anne ve baba, evin diyalektiğidir. Diyaloğun sert ucu, mahkûm eden ucu baba, koruyan yumuşak ucu anadır. Kahramanın ilk bakışta mahkûm eder göründüğü baba, aslında en karanlık ve bu bakımdan en şanssız adamıdır bu hayatın. O, hiçbir zaman içini açıklayamayacaktır. Onu ancak bir doğum ansızın ısıtıyor. Bir de ölüm, halanın ölümü babanın bu sert kabuğunu kırıyor. Anne, hep evin içinde olduğundan, eve karşı bir nevi bağışıklık kazanmıştır. Fakat gerek baba, gerek dayı yani evin erkekleri, evin sızıltısını ve içe işleyen çöküşünü dış dünya idrakleriyle olan çatışmasından ötürü keskince duyarlar..
Baba, en yalnız kişisidir kitabın.
Dayıyla yeğen arasındaysa, bir nevi, aynı kaderi paylaşmaktan gelen bir arkadaşlık kurulmuştur. Dede, büyükanne, büyükhala katına çıkınca, onlar, ayrı bir dünyanın adamı gibidirler artık. Onların yalnız ölümü anlatılır. Ve burada, dar bir çerçeve içinde, tarih sızar hikâyelere. Dedenin ölümünün anlatıldığı "Pus" hikâyesinde, dede ölürken, kahramanımıza bir tabanca bırakmaktadır. Bu, "artık kullanılmayan, paslanmış, işe yaramaz bir tabanca"dır. Hayatın sembolü ve sun gibi bu armağanı bırakmıştır dede. Dede bir şeyler anlatmak istemiştir bununla. Fakat onun ülkesi bir sis, bir pus altında kaybolmaktadır. "Yankı" hikâyesinde anlatılan halanın ölümündeyse, ev halkı, bir tarihî şuuraltmdaki folklor sızıntısıyla, dedenin ölümündeki tabancanın simetriği olan, yumuşak bir yankıyla yüz yüze geliyorlar.
Kitap ilerledikçe, ışıkların büsbütün kaybolduğu akşama ve geceye doğru hızla geçildiği görülür. "Sabah"la başlayan hikâyeler, bir gece kundağıyla son buluyor. Korkular vizyona ulaşıyor. Korkunun, yalnızlığın, içe kapanışın, evden kaçış ve dönüşlerin son ucuna vardığı "Kundak" hikâyesinde, bu vizyon, "şeytan görüntüsü"ne kavuşuyor.
Tek çare olarak sığınılan dost, İlyas da, o da kahraman gibi ruhça yaralı olduğundan, bir fayda sağlayamaz. Dost gerçeği ve korku vizyonu, sonunda bir sese dönüşür.
Bu hikâyeler, sanki bütünüyle bir paniğin romanıdır. Tarih mirasının çökerttiği bir evin, bir insanın kader trajedi-sidir. Bir ruh yaralanışının, tarihin karanlık baskısı altında, metafizik bir var oluş bunalımına çıkışının hikâyesi. Hastalar ve Işıklar, Türk hikâyeciliğinde, toplumumuzun derinliğindeki tarihî-metafizik acıyı yansıtan, yeni bir yön ve alan gösteren, önemli bir hamledir.
(Sülun-I, 1969)

click here website why do married men cheat

Dipnotlar

Hocaları    

Öğrencileri    

H. Bilgi Kaynakları
Muzaffer Uyguner / Hastalar ve Işıklar (Varlık, 15.10. 1968), Sezai Karakoç / Sütun-I (1969), Abdullah Uçman / Hikâyemizde Gelişme (Edebiyat, Kasım 1973) - Romancıyı Müjdeleyen Bir Hikâye: Çözülme (Hareket, Ocak-Şubat 1973), Ali Başoğlu / Çözülme (Millî Gazete, 14.6.1973), ibrahim Sarı / Rasim özdenören'in Hikâyelerine Bakış (Milli Gazete, 24.9.1975), Selim İleri / Yeni Edebiyat Kitabı (Politika, 1.11.1976) - Modern Türk Edebiyatında 99 Hikayeciden 99 Hikâye (1997), Nuri Pakdil / Biat-H (1977), M. Şerif Onaran / Mavera'da Bir öykü (Türk Dili, 1 Şubat 1977), Mehmet Maraşlıoğlu / Rasim özdenören'in öyküsünde İnsan (Mavera, Şubat 1977) - Çarpılmışlar Üstüne (Mavera, Mayıs 1977)-İki Dünyanın Romanı (Mavera, Temmuz 1980), Erdem Bayazıt / Çözülme Üstüne Konuşmalar (Mavera, Temmuz 1978). Mustafa Kutlu / Niçin Çarpılmışlar (Hisar, Mart 1978)-Gül Yetiştiren Adam (Hareket, Kasım-Aralık 1979), Cahit Zarifoğlu / Rasim özdenören Gül Yetiştiren Adamı Anlatıyor (Mavera, Eylül 1979), Yurt Ansiklopedisi VIII (1982-83), Gülse-ren Akbaş / Rasim Özdenören'in Hikâyeciliği ve Romancılığı (Bitirme Tezi, Ankara DTCF, Ankara 1983), Tevfik Yılmaz Demir / Rasim Özdenören'in öykülerinde ve Romanlarında Kişiler (Bitirme Tezi, Ankara DTCF, Ankara 1983), Selçuk Kaplan / Denize Açılan Kapı Üzerine (Mavera, Kasım-Aralık 1984), Alim Kahraman / Gül Yetiştiren Adam veya Çağdaş insanımızın Sergilenmesi (Mavera, Nisan 1980) - Hastalar ve Işıklar'la Gelen (Mavera, Ocak 1983) - Bir Duyarlığın Çağdaş Biçimleri (1985), Ömer Lekesiz / Eskiler ve Yeniler (Mavera, Mart 1985), Sadık K. Tural-Zeynep Kerman-M. Kayahan Özgül / Hikâyeciliğimizin 100. Yılında Yüz örnek (1987), Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi VII (1990), Fikri özçelikçi / Türkiye'de Hikâye: Rasim özdenören'in Hayatı ve Sanatı Üzerine Bir İnceleme (İkindi Yazıları, Eylül 1990), Ahmet Ersöz / Ardımızdaki Yıllar (1991), Arif Ay / Anne Hikâyeleri (1991), Şaban Sağlık / Rasim Özdenören Eserlerinin Tematik İncelenmesi (Yük-sek Lisans Tezi, 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun 1992), Kâmuran Eronat / Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören (Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1995), Feridun Andaç / öykülerin Öykücülerin Evreninden Notlar: Türk öykücülüğünde Rasim özdenören (Varlık, Eylül 1996), Necip Tosun / Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören (1996), Yedi İklim dergisi Rasim Özdenören Özel Sayısı (Şubat-Mart 1999), Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı IV (1997), Mehmet Erdoğan / Hikâyemizin Hikâyesi Rasim Özdenören'in Hikâyedeki Yeri (Sübjektif Yazılar, 1997) Erhan Sezai Toplu / Türk Edebiyatından Seçme Hikayeler (1997), Korkut Soylu / Kent ilişkileri (Hece. Ağustos 1999), Cemil Çiftçi / Maraşlı Şair-Yazar-Alimler (2000), Büşra Miraç / Kuyu-Rasim Özdenören (Hece, Şubat 2000), Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında öykü IV (2001), Atıf Bedir / Okurken (Hece, Aralık 2002), Yücel Oğurlu / Rasim Özdenören'in Denemelerinde Hukuk - Ömer Say / Toplumsal Çözülme ve Rasim özdenören'in Hikâyeciliği-Ali Haydar Haksal / Toz: İnsanın Ruh Damarlarında Gezinen Öyküler - Bülent Ata / Toz Bize Neyi Hatırlatır (Kaş-gar, Ocak 2003), Meral Demirci / Rasim özdenören'in Mevsim Sonu öyküsünün Kişileri Üzerine (Heceöykü, Aralık-Ocak 2004), Mehmet Nuri Yardım / Yazar Olacak Çocuklar (2004), Mehmet Kaplan / Hikâye Tahlilleri (10. bas. 2004). Kitap Postası-özel Sayı (Nisan 2006).

Yazara Ait Ses Dosyaları
# Media Adı

Yazara Ait Videolar
# Media Adı

Yazara Ait Görsel Eserler
# Media Adı
Kullanıcı Yorumları

! Yorum yazabilmeniz için üye olmalısınız.
Üyelik için lütfen sayfanın üst kısmında yer alan"Üye Giriş | üye ol" linkine tıklayınız.

Kayıt Ekleyen / Eklenme Tarihi
Nalan Sert / 15.02.2008



Eski Eserler


Eski Eserler Kütüphanesine Hoşgeldiniz!

Hesap İşlemleri

Üye değil misiniz? Üye olun!

Eski Eserlere üye olarak, kütüphanenimiz ve eserlerimiz hakkında paylaşımlardan hesabınız üzerinden faydalabilirsiniz...