|
![]() |
Makale Yazarına ait | Kitaplar | E-Kitaplar | Makaleler | Hakkındaki Makaleler |
Yazara ait kitaplar | |||||
|
Yazara ait e-kitaplar | |||||
|
Yazara ait makaleler | ||||||||
|
Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri | |||||
|
Özeti |
Yayın Bilgileri | ||||||||||
|
Makale Metni [Yazdır/Print] |
Ramazan Hilâlî ve Kutuplara Yakın Yerlerde Namaz Vakti Meseleleri Üzerine Bir AraÅŸtırma Zaman mefhumu, baÅŸlangıcı ve devranı problemleri insanoÄŸlunu, ilim adamlarını ve filozofları tarih boyunca durmadan meÅŸgul etmiÅŸtir. Her 'bir ilim adamı veya filozof kendi ihtisasına ve ilmin verilerine göre bu problemleri açıklamaya çalışmışlar, ufak veya büyük çapta eserler meydana getirmiÅŸlerdir. Müslümanlar da zaman ve tarih üzerinde önemle durmuÅŸlardır. DiÄŸer semavî ve beÅŸerî dinlerde olduÄŸu gibi İslâm'da da İbadetlerin pek çoÄŸu zaman içerisinde eda ve ifa edilmek zorundadır. İbâdetler ve muameleler tarihle, gece ve gündüzle ve bunların -bölümleriyle tamamen kaynaÅŸmış durumdadır. Yılın ve gece ve gündüzün teÅŸekkül ve devranında ise iki âmıl güneÅŸ ve ay vardır. BilindiÄŸi üzere Halife Ömer’in gönderdiÄŸi bir emirnamede ay belirtilmiÅŸ fakat yılı, tarihi belirtilmemiÅŸ olduÄŸundan emir hangi yıldan itibaren geçerli olacağı (hususu, emrin muhatabı vali tarafından sorulmuÅŸtur. Bunun üzerine Halife Ömer yaptığı istiÅŸareler sonucu Rasulullah’ın Hicretini Müslümanlarların takvim baÅŸlangıcı olarak tespit eylemiÅŸ; O yılın Muharrem ayı da yılın baÅŸlangıç ayı sayılmıştır. Ashab-ı Kiram da bu mevzuda îcma eylemiÅŸlerdir.Müslümanlar için tespit olunan iÅŸbu Hicrî Takvimin dayanağı ay (Hilâl) dır. Günlerin, ayın ve senenin hesaplanmasında ayın hareketleri esas alınmıştır,' Yılın en küçük parçası gün olduÄŸuna göre bunun tarifini vermek gerekir. 2- Gün Geçen zaman birimine «gündüz» ve güneÅŸin batışından doÄŸuÅŸuna kadar geçen zamana da «gece» denilmekte her ikisine birlikte «gün» adı verilmektedir. Bu da güneÅŸin 24 saatte tam bir devrinden ibarettir. Fakat Yer yüzünün her bir yerinde 'güneÅŸin doÄŸuÅŸundan batışına kadar ve oralara yakın yerler bu tarifin dışında kalmaktadır. Acaba günün baÅŸlangıç noktası gündüz müdür yoksa gece midir? İslâm'a göre gün, gecenin girmesinden yani güneÅŸin batışından itibaren baÅŸlar ve ertesi günkü güneÅŸin batışına kadar geçen bir zaman birimidir. ' Nitekim Kur’ân-ı Kerim’deki ayetlerde ve Rasulullah’ın hadislerinde «Gece» (Leyl) sonrada «Gündüz» (Nehar) kelimesi zikredilir. Bu bale göre gece gündüzden önde gelir. Mantıkta da asıl olan karanlıktır, aydınlık ise o karanlığı arız olan bir sıfattır (1). Dolayısıyla ayın seyrine göre kullanılan ayların baÅŸlangıcı da ayın görülmesiyle baÅŸlar gece ve gündüzlerin normal 'gündüz veya geceden uzun olduÄŸu kutuplar ve 'o gece ayın birinci gecesidir, ertesi gün de birinci gündüzdür.. Åžu duruma göre tatbikatta iki ayın gün mefhumu ve bunlara göre de iki ayrı ay ve aynı sene karşımıza çıkmaktadır. Birisi ayın devrî hareketine baÄŸlı aylar ve senelerdir, diÄŸeri de güneÅŸin devrî hareketine baÄŸlı, gün, 'ay ve senelerdir. Önce de belirtildiÄŸi üzere Müslümanlar ibadetlerine esas olan hicri takvimlerini aynı hareketine baÄŸlamışlar ve hep onu takip eylemiÅŸlerdir. Pek tabii ki bu davranış bir bakıma Kur’ân ve Sünnetin de gereÄŸidir, Zira Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerimde; «Aya gelince biz ona da menzil menzil miktarlar tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının eÄŸri çöpü gibi bir hale dönmüÅŸtür (döner)»(2) buyurmuÅŸtur. «Kâtip Çelebi der ki, EÄŸer aynı her menzile inmesi hep bir vakitte olaydı bu söz doÄŸru olurdu. Laflan durum hiç de öyle deÄŸildir. Kimi, gecenin ortalarında bir menzilden diÄŸer bir menzile geçer, kimi bir gecede İki menzile yürür ve her menzil için aÅŸağı yukarı 13 derecelik (28 x 13 = 364 derece eder) belki bir sınır vardır. Ayın yürüyüÅŸünü: kimi, 11 derece kimi vakit de 15 derece olur (3). Bununla beraber onun hareketinde hesaplarla kesin sûrette belirlenebilir bir istikrar yoktur. «Ay her ne kadar (hareketini, devrini 72,5 günde tamamlamakta ise de yerin günlük hareketi yönüne doÄŸru devrinden ötürü iki rivayet arasındaki müddet 29 gün 12 saat 40 dakika dolayında olduÄŸundan 12 kamerî ay yekûnu tabiatıyla bir güneÅŸ yılından 10 gün 21 saat 13 saniye kadar noksan kalacaktır...» (4). Hal böyle olunca ibadet, vakitleri ve daha (birçok iÅŸlerde esas alınan kamerî yıl ile ÅŸemsî yıl arasındaki farklılıkların aylara ve hatta günlere (kadar sirayet eylediÄŸi ortaya çıkıyor. Vakit için de esas olarak hilâlin alınması; «Sana yeni doÄŸan ayları sorarlar. De ki, O insanların faidesi için bir de hacc için vakit ölçüleridir» (5). « yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona ayın seyr ü hareketine muhtelif menziller tayin eden O’dur...» (6) ve ''Biz gece ile gündüzü kudretimize delalet eden iki ayet, niÅŸane kıldık da âyetini silip, giderip yerine eÅŸyayı gösterici ziyadar gündüz âyetini getirdik. Tâki gündüzün Rabbinizden geçiminize ait bir lutfu inayet arayasınız, yılların sayısını, vakitlerin hesabım bilesiniz» (7) ve benzeri ayetlerde, ileride birkaçı kaydedilecek hadislerde açıkça hükme baÄŸlanmıştır. Günler için birer ölçü alman 'güneÅŸ ve aya göre sene miktarı ise; az önce belirtilen farklılıktan anlaşılacağı üzere: ‘günümüzde kullanılan Mîlâdî Takvimin gün sayısı 365, 24227 güneÅŸ gününden ibarettir, günün ayın ve senenin baÅŸlangıçları île müddetlerinin hesabında güneÅŸ önemli bir unsurdur. Kamerî Hicrî Takviminde sene 354,367088 günden ibarettir. Buna göre de her yıl kamerî aylar 10 gün kadar önce gelir.., (8). 3-Kamerî Yılda Ayların BaÅŸlangıcını Tespit GüneÅŸ senesinde sene matematîki taksime tabi tutulduÄŸundan ayların baÅŸlangıcını hesabta bir güçlük yoktur. Her ÅŸey katiye yakın bir ÅŸekilde tespit olunmuÅŸtur. Ancak Kamerî yılda ve bu yılın aylarının baÅŸlangıcın tespitte en önemli unsur olan hilalin muntazam olmayan hareketlerini belirli matematik hesaplarına baÄŸlanamamaktadır. Takvimle ilgili eser ve makalelerde bu iÅŸin 'güçlüÄŸü belirtildiÄŸi gibi tahmine dayalı ÅŸekilde verilen rakamlar da birbirine çoÄŸu kere yaklaÅŸmamaktadır. Astronomi ilmi de uzun süreli gözlem ve tecrübelere dayanarak geliÅŸmiÅŸ bir ilimdir. Fakat buradaki tecrübe ve gözlemde üzerinde durulan husus insan kontrolünün tamamen ötesinde seyreden bir varlık (hilâl) dir. Kim ne kadar sabırla uzun süre gözetleyebilirse ihtimaller hesabına dayanan verileri de belki o kadar zann-ı gâlib ifade eyler, kesinlik diye bir ÅŸey yoktur. Böyle bir tecrübeyi de milyonda birkaç kiÅŸi ancak yürütebilir, yürütme imkânına sahiptir. Halbuki dini İşlerin edasında maddî veya manevî unsurların tespiti yönünde daha objektif, herkes tarafından rahatlıkla takib olunabilir beÅŸ duyu ile anlaşılabilir ölçüler konulmuÅŸtur. İşte bu ölçülerden birisi de hilalin rü’yeti meselesidir. Her kamerî ayın baÅŸlangıcının ayın görünmesine baÄŸlı olarak hesaplanması gerektiÄŸi gibi özellikle Ramazan orucunun ibtidası ile bayramların vaktini hesaplamada hilalin görülmesi iÅŸinin her Müslümanlar iÅŸin bir vecibe olduÄŸu belirtilmiÅŸtir. Nitekim Rasulullah (9). «Hilali görünce oruç tutunuz ve yine hilali görünce iftar yapıp bayram ediniz. EÄŸer hilali görmeye bir engel var (sema kapalı) ise Åžaban ayım otuza tamamlayın.» (9) buyurmuÅŸlardır. Görülüyor ki, Åžeriat imkânın olduÄŸu yerde rü’yeti (bizatihi çıplak gözle görmeyi) gözetlemeyi emir buyurduÄŸu gibi imkansızlığın bulunduÄŸu yerde de ihtimaller hesabına, zanna, dayanan takdir iÅŸini deÄŸil sürenin otuza ikmalini emir buyurmuÅŸtur. Böyle bir iÅŸi de herkes kendiliÄŸinden yapabilir. Åžu “hükme göre en azından bir yıl önce hazırlanan takvimler de Ramazan ve Bayram vakitleri tespit buyurulurken henüz ay acaba nerede olabilir? Gökte bulut ar adında mı? Yoksa hiç mi ortalıkta yoktur? Kısacası; İslam dini Ramazan ve benzeri ibadetlerin bir kısmında rü’yete itibar etmiÅŸtir. Acaba bunun illeti nedir? Bu hususta ÅŸu sözlerin iktibasıyla yetinilecektir: «Bizim ÅŸeriat umûr-i diniyyemizi gayet saÄŸlam bir esas üzerine ta ebed hatası olmaz bir takvim nizamına bina etmek için ayları da seneleri de hakiki etmiÅŸtir. Hiçbir vakit, az ise de, hatadan hali deÄŸil ıstılahi seneleri itibar etmemiÅŸtir.» «Lâkin umumun istimaline yarayışlı kılmak için ayların, senelerin baÅŸIarını ehl-i heyet gibi, ictimadan itibar etmeyip hastalanmamış göz île görülebilir rü’yet derecesine hululden itibar etmiÅŸtir. Zira içtima dakikalarını kafi surette tayin etmek rasat hesaplarına yahut le ekal en dikkatli hesaplara muhtaç olur ki, umumun haline yakışmaz. Hem de âdi her günlük iÅŸlere esas kılınmaz.» «Derece-i rü’yete hulul ise saÄŸlam göz ile malum olabilir. Åžu cihetle umumun haline yakışır âdi iÅŸlere her günlüik hallere esas olabilir.» «Rü’yet esasına bina kılınmış hakiki aylar bir gün teehhür edip otuzu tekmil etmek kaidesiyle aybaÅŸları bir gün tehalüf edebilir ise de lâkin ÅŸu tehalüf arızî bir hal olup gelecek ayların birinde öz başına (kendiliÄŸinden) dürüstlenir gider. Böyle arazî haller ÅŸeriat tarafından bize talim olunmuÅŸ, sade lâkin tabi surette muntazam takvime daimî bir halel veremez.» «Ayları, seneleri hakiki olup baÅŸlan rü’yet derecesine hululden itibar olunur ebedî tabii takvim, diÄŸer takvimler gibi zaman zaman ıslah, olunmak ihtiyacına, meskenetine dûçâr olmaz. Kağıtsız, kalemsiz zabt kılınır. Hiçbir vakit duvar takvimlerine kebîse neticelerine ihtiyaç yüzü göstermez, iÅŸi uzatmaz. Cenah-ı Halk da; «Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez. Bu kolayı ğı istemesi o sayıyı kaza borunuzu ikmal etmeniz, Allahı sizi muvaffak buyurduÄŸu o ÅŸeyden dolayı dar büyük tanımanız İçindir. Olur ki, ÅŸükredersiniz.» (10) buyurmuÅŸtur.» «Åžeriat bizim ibadetlerimiz dini muamelelerimizi en vazıh, gayet sade lâkin bununla (beraber bittabi muntazam, kâğıtsız, kalemsiz zabtolunur, âlem-i bedeviyette de âlem-i medeniyette de sakatlanmamış sade göz ile bilinir, saÄŸlam bir takvim üzerine bina etmiÅŸtir. Åžükrederiz. Åžöyle saÄŸlam bir hakikati elden ‘bırakıp yere vurup tahkik etmek davasıyla günlerin birinde hatası görünecek ıstılahı hesapları tenezzülden elbette ictinab ederiz.» «(Musa da) : O hayırlı olanı ÅŸu daha aÅŸağı olanla deÄŸiÅŸtirmek mi istiyorsunuz?...» (11) hükmü ilahisi bu cümledendir.» (12). Nitekim büyük müfesssir Elmalılı merhum da;«...Öyleyse içinizden kim o aya iriÅŸirse onu tutsun.» (13) ayet-i kerimesinin tefsiri sadedinde ÅŸunları belirtmiÅŸtir: «Åžühûd esasen gıyab mukabili huzur demektir, ÅŸehadet ve müÅŸahade de bu huzur cümlesindendir... İkincisi de ÅŸeh-i huzui ilmi ile müÅŸahade eden demek olur. Zaman ise müÅŸahade olunamayacağından buna ÅŸuhud, huzur-ı aklî demek olan ilm-i yakîn veyahut hilâlin ÅŸuhudu mânâlarından birini ifade eder. Bu da iki mânâya muhtemildir. Birisi, her kim görürse tutsun demektir, bunda görmeyenlere bir ÅŸey terettüp etmez. DiÄŸeri de herhangi biriniz 'hilâle ÅŸehâdet ederse her biriniz tutsun demektir.. «Bu aya ulaÅŸma meselesinde ilim sahipleri için içtihada mesaÄŸ var mıdır? Aya erme hazar ile veya huzur-ı aklî demek olan ilm-i yakînî (kesin bilgi) ile açıklandığı takdirde hilali araÅŸtırdıktan sonra bu babda baÅŸkaca bir nas yoksa eshab-ı ilim, hakkında içtihada mesaÄŸ olmak lâzım gelir. Bunun için bazıları baÅŸka nas yok zanniyle hisabât-ı nücûmiyye ve dahi amel olunabileceÄŸine kail olmuÅŸlardır: Lâkin geçmiÅŸ ulemanın ekseriyetine göre baÅŸkaca nas mevcut olduÄŸundan bu mesele mevrid-i ictâhad (ictihad yapılabilecek) bir yer deÄŸildir (14). Zira bu ayet bu tefsire göre sâkit ise de (kesin bir hüküm taşımamakta ise de) bu babda Kitap ve Sünnetten müteaddid naslar vardır.» (15). Åžu açıklamalardan ve fıkıh kitaplarında mevcut bilgilerden anlaşılacağına göre, kemeri ayın tespitinde iki yol var; 'birisi ru’yetle tespit, diÄŸeri de hesapla tespittir. 4- Hilâlî Rü’yetle Ramazanı Tesbit Usûlü Rasulullah (s) Ramazan hilâline üç delilden biriyle itibar ederdi. 1 — Mutlak rü’yet (çıplak gözle görme), 2 — Güvenilir ÅŸehâdet, 3 — Süreyi / tamamlama (otuza ikmâl). 1 — Mutlak surette hilali görme ve bu suretle ayın baÅŸlangıcının tespitinde bir ihtilaf ve problem yoktur. Zira bütün Müslümanların iÅŸleriyle ilgili konularda müÅŸahadeden büyük baÅŸka hangi delil olabilir? Nitekim Cenab-ı Hak da yukarıda belirtilen el-Bakara suresi 185. âyet de bu ÅŸuhuda iÅŸaret buyurmuÅŸtur (16). Ancak Hilalin "gündüz görülmesi ve «bunun hükmü fukaha arasında ihtilaf mevzuu olmuÅŸtur. Åžöyle ki ulemanın ekseriyetine göre; gündüzün hangi vaktinde ve saatında olursa olsun 'hilalin görülmesi halinde hu hilalin müteakip geceye ait olduÄŸuna hükmedilir. Aslında hilali gündüzün görmenin bir 'kıymeti yoktur, onun güneÅŸin gurubu anında görülmesi önemlidir. Yalnızca Ebu Yusuf hazretleri ‘Hilalin gündüz görülmesi halinde iki ayrı neticeye varır. EÄŸer Hilal gündüz zevalden önce görülürse bu bir önceki gecenin hilalidir, zevalden sonra görülürse bu da müteakip gecenin hilalidir (17). Tatbikatta birici gurubun görüÅŸü alınmış, onunla amel ve hareket edilmiÅŸtir (18). Nitekim Kâdihan Fetvasında insanlar zevalden önce veya sonra hilali görürlerse oruçlu iseler oruçlarım bozmazlar, deÄŸilse oruç tutmazlar. Çünkü o hilal gelecek gecenin hilalidir (19). Hasan b. Ziyad ise ÅŸöyle der; EÄŸer görülen Hilal akÅŸam kızıllığından (ÅŸafaktan) sonra batarsa o önce ki gecenin hilalidir, geçirilen gün de ilik ayın birinci günüdür), ÅŸafaktan önce batarsa gelecek gecenin hilalidir (20). . . Cumhuru ulema (alimlerin çoÄŸunluÄŸu) İbnu Mesud, İbnu Ömer ve Enes (r) den yapılan rivayetleri, Ebu Yusuf ise, Hz. AiÅŸe ve Ömer’den yapılan rivayetleri delil olarak almışlardır. Günlük hayatta iki ayrı görüÅŸün arz eylediÄŸi hukuki netice ÅŸu oluyor: ÇoÄŸunluÄŸu fikrine göre; eÄŸer insanlar Åževval ayının hilalini ÅŸekk günü öÄŸleden önce veya sona semada görürlerse o gün Ramazanın otuzuncu günüdür. Çünkü hilal gelecek gecenin Hilalidir, içinde bulunulan gündüz Ramazan ayının gündüzüdür. Ebu Yusuf’a göre ise: eÄŸer insanlar hilali, zevalden önce görürlerse o, geçen gecenin' hilalidir ve o gündüz bayram günüdür (21). Åžu kadar var ki, bir kimse Ramazanın otuzuncu günü gündüzün hilali görse ve oruç bitti zannedip de kasden orucu bozsa, iftar etse keffaret orucu tutmaması gerekir. İsterse bu hilali zevalden sonra görmüÅŸ olsun. Zira ÅŸekk ve ihtilafın bulunduÄŸu yerde cezaların ber taraf edilmesi aslî bir (kaidedir ve o kiÅŸi veya 'kiÅŸiler bir tevil 'üzerine, orucunu bozmuÅŸlardır, iki te’vilin «bulunduÄŸu yerde de keffaret cezası gerekmez (22). İşbu temel iki ayrı fikir, hilalin akÅŸam vakti görünmemesi halinde söz konusudur. Ama akÅŸam vakti 'hilal görülürse bu rü’yet ayın başı olarak ittifakla kabul edilir, bunda bir ihtilaf da söz konusu deÄŸildir (23). 2. Güvenilir Åžehadet Meselesi: Åžâri-i Mübin ikinci derecede güvenilir ÅŸehadeti kabul ve ona itibar eylemiÅŸtir. Zira insanın ya kendisi hilali görür yahut kendisi müÅŸahade ve rü’yet edemezse bir baÅŸkası veya baÅŸkalarının rü’yetinin güvenilirliÄŸine hükm ve ona itibar eder. «Berâet-i zimmet» veya «Mutlak güvenilirlik» kaidesine göre her bir kimse sözü veya sözlerinde güvenilir birisidir. Hatta hilal görme, Özellikle Ramazan hilalini görme iÅŸinde, eksen hukukçulara göre erkeklik, kadınlık, hür veya köle oluÅŸ gibi durumların hiçbir tesiri yoktur, ÅŸart koÅŸulmaz da, Yeter ki, ÅŸehadette bulunacak kiÅŸi veya kiÅŸilerin dürüst, garaz ve hıyanet sahibi olmayan, ithamlardan uzak binleri olsun. O vakit iÅŸte bu kiÅŸilerin ÅŸahitliÄŸi kanun koyucu tarafından makbul ve muteber sayılmıştır. Ancak o dürüst kiÅŸilerin beyanı insana kanaat bahÅŸeder (24). Ramazan hilaliyle ilgili ÅŸahitlikte ÅŸahit kiÅŸi hilali gündüz gördüÄŸünü söylerse bu söze pek iltifat edilmez. Zira bu tip ÅŸehadetin hava berrak olduÄŸunda gurup vaktinde hilalin görülmesiyle de takviyesi gerekir. Hilali görmede ÅŸehadet vakti gündüz deÄŸil gurup vaktidir. Gün batışı anı veya az sonraki zamandır. Bu noktada hemen hemen bütün hukukçular aynı fikirdedirler. Åžu kadar var ki, gerçek ÅŸehadet vaktinde (gün batarken görme iÅŸinde) gökyüzü kapalı ise o zaman gündüz vakti görülen hilalin durumuna göre yapılan ÅŸahitlik (genellikle tek kiÅŸi de olsa) muteber sayılmıştır. 'Bu konudaki cüz’î bir fikir ayrılığı daha Önce belirtilmiÅŸtir (25). İbnu Hacer de el-Minhâc adlı eserde gerek Ramazanda ve gerekse Ramazan dışında hilâl guruptan önce (ister zevalden önce isterse zevalden sonra olsun) görülmesi halinde ay sabit olmaz, ÅŸehadette bulunmak da muteber deÄŸildir. Çünkü ÅŸâri gurupdan sonra vaki olacak rü’yetle ÅŸehadetle bizleri emretmiÅŸtir. DiÄŸer Åžâfi, Mâliki ve Hanbelî fakihleri de bu görüÅŸtedirler (26). Ibnu Kasım Rü’yet Hadisini ÅŸu ÅŸekilde açıklamıştır.«Hilali görünce yani hilali gördükten sonra orucu tutunuz. Bu emir tıpkı güneÅŸin dülûkunda yani dülûkundan sonra namaz kılınız.» (27) âyet-i kerimesindeki hüküm gibidir. Nitekim Halife Ömer (r) de etrafa gönderdiÄŸi mektubunda;«Hiç ÅŸüphesiz hilalin bazısı bazısından büyüktür. EÄŸer gündüzün hilali görürseniz iftar etmeyin, orucunuzu bozmayın ta ki akÅŸamı yapana kadar oruca devam eyleyin. Ama dünkü gün akÅŸamı hilali gördüklerine dair İki kiÅŸi ÅŸahitlikte bulunurlarsa o zaman bayram eyleyin.» (28) Bu mektup ve diÄŸer fikirlerden anlaşılacağı üzere, Ramazan orucu kul hakkıyla yakından ilgili olmadığı için, ayın baÅŸlangıcında hilali görme konusunda bir tek kiÅŸi de ÅŸahitlikte bulunabilir, bu yeterli sayılmış ise de genellikle iki veya daha fazla ÅŸahidin aranması tercih olunmuÅŸtur. Lâkin Ramazanın sonu ve bayramın baÅŸlangıcında, kul hakkı da söz konusu olan bir ibadet bulunduÄŸundan en az iki ÅŸahidin ÅŸehadette bulunması konusu üzerinde hassasiyetle durulmuÅŸtur (29) 3. Süreyi Otuza Tamamlama Meselesi: Hem rü’yet ve hem de ÅŸahitlik müesseleri iÅŸleri bulunamazsa; o zaman Allah Rasûlü Åžaban ayının günlerini otuza tamamlamayı emir buyurmuÅŸtur. Artık o günden sonra hilal görülse de görülemese de oruca kesinlikle baÅŸlanılır. Zira Kamerî aylardan hiçbirisi otuz günden fazla olamaz. Otuzdan sonra gelecek gün tereddütsüz Ramazanın günüdür. Bu duruma göre kat'i surette sabit olan ÅŸeyleri Åžâri (kanun koyucu) hiçbir vakit inkâr eylemez. Hattâ umumun menfaatini ilgilendiren hususlarda zanni delillerle yetinen Åžari (kati ÅŸeyleri niçin inkâr etsin? (30). Hadiste de Rasulullah (s) bu hususu ÅŸöyle açıklamıştır:Ebu Hureyre’den Nebi (s) nin ÅŸöyle buyurduÄŸu rivayet olunmuÅŸtur. «Bizler hiç ÅŸüphesiz ümmî milletiz, yazmayız; ve hesaplamayız. Ay bazan ÅŸöyle bazan böyledir yani hazan 29 bazan da 30 gündür.» (31)
Åžu hadiste Resulullah (s) müslümanlar için ayın doÄŸuÅŸu ile ilgili hesapların inceden inceye tedkikinin ÅŸart olmadığını, lüzum da bulunmadığını, bazı ayların 29 ve bazı ayların da 30 olduÄŸunu bilmenin herkes için yeterli olduÄŸunu, 'bildirmiÅŸtir. Hilali görmekle oruç tutulup bayram edilmesini, hava kapalı, tozlu ve bulutlu olunca da 30’a doldurulmasını öÄŸretmekle matematikin karışık hesapları içerisine girme külfetinden Müslümanları âzâd eylemiÅŸ, kurtarmıştır (32). Bir ‘baÅŸka hadiste geçen; «Ramazan hilali baÅŸlangıcı için takdirde; bulunun.» (33) emri herhalde herkese “hesap yapınız” ÅŸeklinde (deÄŸildir.O zaman ümmete bir 'güçlük doÄŸar! Burada ‘’İçinizde bulunduÄŸunuz ayı 30 a tamamlayın’’ demektir. Fakihlerin büyük bir ekseriyeti bu hükmü hep böyle anlamışlardır (34). Binaenaleyh Ramazan başında ve sonunda gökteki hilali gözetmenin vacib olduÄŸu belirtilir. EÄŸer bu vecibeye itina gösterilmiÅŸse İslâm ümmeti toplulukları arasında hilali rü’yetle ilgili bir ihtilaf ve münakaÅŸa çıkmamıştır. Bu görev yerine getirilmediÄŸi, ihmâl edildiÄŸi zamanlarda ise âlim-câhîl herkes Ramazan ayı baÅŸlangıcı ve bayram vakti konusunda 'hep ileri - geri konuÅŸmuÅŸlardır. Bu ihtilaflara cevap verici ÅŸekilde müstakil eserler ve risaleler yazılmıştır. Hadiste geçen «...biz yazı ve hesap bilmeyiz.» cümlesi o devir müslümanlarının ümmi olduklarını açıklamak içindir. Hesapdan maksad ise; yıldızların hareketini hesaplamaktır. Araplar bu hususta pek az ÅŸey biliyorlardı. Onun için de Rasulullah (s) ümmetinden güçlüÄŸü kaldırmak için hükmü çıplak gözle görmeye tâlik eylemiÅŸtir. Nitekim «hava bulutlanırsa gün sayısını 30 olarak tamamlayın» buyurulmuÅŸtur (35) ki hüküm hesaba taalluk etmez. EÄŸer öyle olsaydı «Hava bulutlu olursa ne yapmak lâzım geldiÄŸini hesap bilenlere sorun...» buyururdu. İbnu Battâl ve baÅŸkalarının açıklamasından ÅŸu sonuç çıkıyor:«Biz öyle bir milletiz ki, Orucumuzu v.s. ibadetlerimizin vakitlerini tayin için bize hesap ve yazı bilmeyi gerektiren bir ÅŸeyle teklif edilmemiÅŸtir. Bizim ibadetlerimiz açık bir takım alametlere rabt edilmiÅŸtir. Onları bilme hususunda hesap alimleri ile baÅŸkaları müsavidir.» demektir (36). İbnu Âbidin bilhassa hilali görmede ÅŸu üzüntülerini açıklıyor:«Hilali büyük bir topluluÄŸunun görmesini ‘ÅŸart koÅŸanlar ÅŸu sebebleri ileri sürerler: Hilalin doÄŸru ve sıhhatli bir ÅŸekilde gözetlenmesine gerekli dikkat ve ihtimamı sarf etmek içindir. Birkaç kiÅŸi hilali gözetler de her ÅŸahitlikte bu vehm duyulmalıdır, Halbuki ÅŸeriat ÅŸahidi doÄŸruluk (adakide muhatap olur. Nitekim. el-Bahr sahibi zamanında hilali gözetlemede insanların tembelliÄŸine temas etmiÅŸtir. Bu zamanda durum daha da fecidir. Zira pek az kiÅŸi hilali gözetliyor, bir tek kiÅŸi hilali görürse o zaman cahil cühelanın tenkid ve tesebbüne (kötü sözlerine) hedef oluveriyor. Nitekim 1225 hicri yılında böyle olmuÅŸtur. Bir adam Åžam’da hilali gördüÄŸünü belirtmiÅŸ, zavallı ile alay etmiÅŸler, o da üzüntüsünden, «eÄŸer bir daha ki Ramazan’a erersem gözlerim kör olsun!» diye Allah’a dua etmiÅŸtir...» «Åžahitlerin yalanı ihtimali endiÅŸesine gelince bu vehm «Berâet-i zimmet asildir, doÄŸruluk esastır.» hükmü ile reddedilir. Åžeriat zahire göre hükmetmiÅŸtir. EÄŸer ÅŸehadet yalan endiÅŸesine binaen reddolunacaksa her ÅŸahitlikte bu vehm duyulmalıdır. Halbuki -ÅŸeriat ÅŸahidi doÄŸruluk (adalet) ile yetinmiÅŸtir. Bâtını Allah’a havale etmiÅŸtir.» (37). Kurban bayramı hilali de genel kanaate ve metinlere göre aynen Fıtr bayramı hilali gibidir. Åžahitlikte, sayıda v.s. aynı ÅŸartlar aranır. Nevadir rivayette, Kurban Bayramı hilali Ramazan ihtidası hilali hükmü gibidir. Onun için bir tek kiÅŸinin ÅŸahitliÄŸi ile de ispatlanabilir, eÄŸer semada bir illet varsa. Fakat Hanefilerin ekserisi ve diÄŸer mezhebler fakihlerine göre, ilk görüÅŸ geçerli olmuÅŸtur. DiÄŸer 9 ayın hilali de Fıtr ve Udhiyye hilali gibidir. Bunların ihtidasını (hilalini) hesaplamada, zina İftirası cezasına çarptırılmamış, âdil iki erkek veya bir erkek, ilki kadın ÅŸahidin ÅŸahadetiyle sabit olur. (38) . Orucun farziyyeti ayın mutlak surette isbatına baÄŸlı deÄŸildir. Zira rü’yet imkânsızlaşınca Åžaban ayı 30 gün sayılır. Onun için orucun farzlığının sübutu ayın gelmesiyle deÄŸil, Hilalin rü’yetiyledir. Artık 30. cu günden sonra yeni hilal hükmen görülmüÅŸ sayılır (39). Buraya kadar anlatılanlar, rü’yeti hilal hakkında söylenilenler ve ispat ÅŸekli dört mezhebin imamların ittifak eylediÄŸi hususlardır (40). 5- Hilâlin Hareketini Hesapla Tesbit Ve Bunun Hukuken Taşıdığı Hüküm Rü’yetle ilgili hadislerin 'bazısında geçen «...hesap bilmeme...» veya «...takdir ediniz...» emirlerini fakihler ve müfessirler, yukarıda belirtilen ÅŸekillerde açıklamışlar ve eserlerinde muvakkıtın, hesabcının veya müneccimin hesaplarına itibar olunur mu? Seklinde ve benzeri sorular sorup cevaplar vermiÅŸlerdir. Önce bunlara dair Önemli bazı açıklamaları verip sonra «genel ; bir neticeye ulaÅŸmak daha İyi olacaktır. Ibnu Teymiyye «Muhtasaru’l-Fetâvâ’l-Mısriyye» de der ki; «Gök yüzü ve yıldızların hareketine dair hesap ilmi aslında ÅŸüphe taşımayan sahih bir ilimdir. Fakat müdekkik cumhur (büyük bir alimler topluluÄŸu) bu ilmin güçlük taşıdığını ve faidesinin az olduÄŸunu belirtmiÅŸlerdir. Aslında müneccim ve felekiciyatçıların sözüne itibar edilmez...» (41). «Hesap alimleri hilâlin hareketlerinin hesapla tam ve doÄŸru bir ÅŸekilde zapt u rapt altına alınamıyacağını belirtmiÅŸlerdir. Hesapların nazara alınabileceÄŸini muhtemelen müteahhirûn ulemasından az bir gurup belirtmiÅŸlerdir. Aslında bunu; «Bu tutum Allah’ın dîninde bir sapıklık ve onu taÄŸyirden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil.» (42) ibaresiyle tavsif edilmiÅŸ, hareket Yahudi ve Nasârâ’nın hareketine, tutumuna benzetilmiÅŸ ve bu da: «Bu husus (hesap iÅŸi) Araplar arasında sürüp giden bir nesi’dir ve küfürde bir ziyadedir.» (43): îbnu Teymiyye bu tür aşırı ithamlarına ÅŸu cümlelerle devam ediyor: «Ay hareketlerinde hesabı kabul edenin aklı ve dini »bozuktur. Muvakkıtin hesabı doÄŸru olsa bile bu hesap daha ziyade ay ile güneÅŸ arasında gurup vaktindeki mesafeyi gösterir. Bu da ayın güneÅŸten uzaklığı ÅŸeklinde tavsif edilir. Hilalin bir hesap sonucu görülebilir olup olmayışı meselesine 'gelince bu kesin bir iddia deÄŸildir. Çünkü yer yüzünün yükseklikler ve alçaklıklarına, havanın berrak veya Mutlu oluÅŸunu göre rü’yet de deÄŸiÅŸir, kesinlikle görülemez diye bir ÅŸey yoktur... Sözün kısası hilal için bir hesap cetveli, hareketini bir zabt u rabt altına alıcı bir formül yoktur. Rasatçılar, ru’yet için bir kavsin derecesinde bile uyuÅŸamamışlardır. Kimi bu kavsin (Çemberin) 10 dereceden daha küçük olduÄŸunu belirtirken kimi de daha fazla demektedir. Onun için ziyade ve noksanlık meselesine hep birbirlerine cevap vermiÅŸlerdir.» (44). Metodda anlaÅŸamamışlardır. Hilalin rü’yetini hesapla ortaya koyma mevzuunda îbnu Teymyye’nin bu tenkidleri hiç ÅŸüphesiz bir ölçüde aşırıdır. Ama ulemanın pek (büyük bir ekseriyeti Hilalin sübutunda üç delile itibar eylemiÅŸlerdir. Fakat muvakkıtlar adûl (güvenilir) da olsalar sözleri baÄŸlayıcı deÄŸildir... (45). Yalnız Åžafiî ulemasından imam Subkî eserinde fennî ve riyazi hesapların muteber olduÄŸunu, ÅŸehadetten daha kat’î bir durum arzettiÄŸini savunmuÅŸ, diÄŸer bütün fakihler hemen hemen ittifak halinde rü’yet-i hilali ön planda tutmuÅŸlar, Subki’ye karşı çıkmışlardır. Osmanlıların son zamanlarında «Gurre-nâmeler» (ayların baÅŸlangıcını gösteren eserler) tanzim edilmeye baÅŸlanılmışsa da yalnız Ramazan hilali ile Åževval hilali yine rü’yetle isbat olunagelmiÅŸtir... (47). İbnu Åžurayh, imam Åžâfiî’den yıldızlarla ve hesap yoluyla Ramazanın sübutuna istidlal etmenin cevazına iÅŸaret eden bir kavil (fikir) rivayet etmiÅŸse de Åžâfiîler’den İbnu Abdil Berr bunu kabul etmemiÅŸ, eserlerinde tam aksine bir görüÅŸün olduÄŸunu getirtmiÅŸtir. Hicaz, Irak, Åžam, MaÄŸrib ulemasının pek çoÄŸunun ve mezheblerinin görüÅŸleri budur. (48). Hülâsa imam Subkî; hesab katiyyet ifade edeceÄŸinden ona ÅŸehadetten daha çok itibar edilir demiÅŸtir. el-Kunye adlı eserde imam ez-Zâhidî hesap mevzuunda müteahhirûnun görüÅŸünü nakleder. 1— Kadı Abdülcebbar’a ve baÅŸkalarına göre astronomistlerin sözüne itibarda bir beis yoktur. 'Nitekim İbnu Vehbân da bir beytinde bu görüÅŸleri ÅŸöyle özetlemiÅŸtir: «Muvakkitlerin sözü ve hesapları baÄŸlayıcı deÄŸildir. Bazıları ise Evet onların sözü (kabul edilir, demiÅŸlerdir, bazıları ise eÄŸer aynı sonucu belirtenler çokça ise o sonuç kabullenilir, demiÅŸtir.» (50). el-Minhâc sahibi İbnu Hacer’ de eserinde «Müneccim ve (hesapçıların sözü ile oruç vacib olmaz. Hiçbir kimse bunları taklid edemez. Belki her birisi kendi bilgileriyle amel edebilirler ama kendileri dahi Ramazanda bu bilgilerle, amel edemezler (51). . İslam fıkhında Son zamanlara doÄŸru ileri sürülen uzlaÅŸtırıcı bir fikre göre; eÄŸer hesap hilali görme hususunda ÅŸehadette bulunanın ÅŸehadetini yalanlarsa ve bu hesap vakit ilmiyle uÄŸraÅŸanların ittifakı ÅŸeklinde olup temel İlmî verileri de kat’ı ve 'hesabı haber verenlerin sayısı tevatir derecesine ulaşır, bir durumda ise o zaman ÅŸahidin ÅŸehadeti reddedilir. Ama belirtilen ÅŸartlardan birisi yoksa ÅŸehadet reddolunamaz. Tevatür sayısı ancak kesinlik ifade eder. Buna raÄŸmen temel veriler hissiyata, ihtimaller hesabına müstenid ise o zaman mesele ve netice üzerinde durmak gerekir (52). Aslında astronomi ile ilgili hesaplamalarda temel veriler, beÅŸ duyunun kontrolü dışında daha çok aklî mutalardır ki bunlarda da ekseri ya hata edilir, aklî iÅŸleri tevatürle tespit mümkün deÄŸildir. Tıpkı âlemin kıdemi hususunda felsefecilerin hata etmesi gibi (53). Nitekim kontrol altında sürdürülen deney ve tecrübelerde bile uygulanan «ihtimaller hesabi metodu», aynı preperatla çalışan ve aynı deneyi yürüten ayrı yerlerdeki araÅŸtırıcıları farklı sonuçlara iletmektedir. Tıp alemindeki ilaçların asıl ve yan tesirlerîni tespitteki farklı neticeler bunun en açık örneÄŸidir. Durum bu olunca muvakkit ve astronomi aliminin gök ilmi sahasında yürüttüÄŸü gözlemlerinde tetkik mevzuu ve çevre ÅŸartlarının hiç birisi kontrolü altında olamayınca uygulayacağı «ihtimaller hesabı metodu» onu diÄŸer meslekdaÅŸlarından daha farklı sonuçlara iletecektir. Tatbikatta da aynısını görmek her an mümkündür. Binaenaleyh objektif kıstas en çıkar yoldur. İslam, ayların ve senelerin matematik yoluyla hesaplanmasına, baÅŸlangıçlarının o yolla tayinine iltifat etmiyor, ibadetlerimizi, dînî muamelelerimizi, baÅŸlangıçları çıplak ve saÄŸlam gözle tayin olunabilir hakiki aylara baÄŸlamıştır. Binaenaleyh İslam ay baÅŸlarında dakikaların birleÅŸmesine deÄŸil belki ayın görünüÅŸ derecesine giriÅŸ dakikalarını esas almıştır. Buraya kadar yapılan açıklamalardan birkaç mesele ortaya çıkıyor. Åžöyle ki; ' 1. Mesele : Fark gözetilmeksizin herkese yöneltilmiÅŸ olan emir en açık ÅŸeylere; temellere dayandırılır. Umumi hükümler hususî hükümlere dayandırılamaz. Rama-zan orucu da böyle genel bir hükümdür. Âlim- câhil, gören-görmeyen her müslümana farzdır. Hepsi için bilinebilir, objektif delillere baÄŸlanmıştır. Herkes bunları kolayca bulur ve bilir. Bu balkımdan anlatılan üç isbat yoluna itibar olunmuÅŸtur. 2.Mesele: Az önce de belirtildiÄŸi gibi umumun hallerine ait iÅŸlerde kanun koyucu en açık ÅŸeyleri, vazıh alametleri esas yapmıştır. Umumî emir ve tekliflerde ilim ehlinin bazı fertlerinde bulunabilir ÅŸeyler hiç itibara alınmamıştır. Bu duruma göre rasadın en ince hesaplarım ÅŸüphesiz surette, katiye yakın bir ÅŸekilde hesaplamış olsalar bile İslam bunları umum için kesin bir delil olarak benimsemiyor. Bu durum da kat’î olan matematik hesaplan inkâr etmekten yahut rasad erbabının sözlerine itibar etmemekten deÄŸil, belki öyle ince ÅŸeyleri genel emirlere esas saymak îslamın umumilik ve kolaylık prensiplerine münasib düÅŸmemesinden ötürü olmuÅŸtur. Yoksa İslam dini kevnî ayetlerden olan hareket nizamı Allah'ın sonsuz kudretinin aralıksız ve kesintisiz ve bozulmaksızın sürer gider ve bu hareket nizamı rasad hesaplarım hiçbir vakit inkar etmez. Nitekim âyette de; «...O çok esirgeyici Allah’ın yaratışında hiçbir nizamsızlık görmezsin. İşte gözünü bir defa daha göÄŸe çevir, bak, oradan hiçbir çatlak görecek misin?» (54) buyurulmuÅŸtur. Binaenaleyh İslâm, kat’î surette sabit olan rasad hesaplarını hiçbir vakit inkâr etmez, hem de inkâr ettiremez. îslamın hakikatına, kudsiyyetine iman eden hiçbir adama, din rasad hesaplarını inkâr eder demek hiçbir vakit yakışmaz. Rasadcıların ayların baÅŸlangıcını ictima-ı neyyireyn (iki ışık kaynağı, nur (kaynağının aynı anda batışın) dan itibar eder, bu bir usuldür. İslam ise bunu kabul etmeyip rü’yetten itibaren ayı girmiÅŸ sayar (55). İslamın ; bu ve benzeri yerlerdeki tutumu yukarıda belirtildiÄŸi gibi, müsbet ilmi, tecrübe ve deneyler sonucunu red ve inkâr edici sayılamaz, bu ÅŸekilde vasıflandırılamaz. Benzeri durumlar günümüz hukuk sisteminde ve müsbet ilmin çeÅŸitli branÅŸlarında da vardır. Bu cümleden olarak hukukumuz posta ile para havalelerinde havalede bulunana verilen parçayı yazılı bir delil deÄŸil ancak bir tahrirî bey yine baÅŸlangıcı kabul ediyorken diÄŸer taraftan banka yoluyla yapılan mektup (dekont) havalesinde yine havalede bulunana verilen parçayı ise tahrirî beyyine sayıyordu. Halbuki her iki kuruluÅŸ da kanunla kurulmuÅŸ ve korunmakta olan devletin resmî organlarıdır. Suç hukukunda da buna benzer deÄŸiÅŸik -tutumlara rastlanır. Mesela yakın zamana kadar ses bantları, ses kayıtları sanık aleyhine bir delil kabul edilmiyor ve dinlenemiyordu. Ama sön zamanlarda bunlar da sanık aleyhine bir delil sayılıp dinlenilmeye, hükme medar olmaya baÅŸladı, kabul edildi. Tıp ilminde de bir hastalığın tedavisinde bir ilaçın faydalı olduÄŸu belirtilip savunulurken ayın ilimde dalında mütehassıs baÅŸka kiÅŸilerce bu fayda benimsenmediÄŸi gibi çoÄŸu defa aksi fikir, zararlı yanları açıklanmaktadır. Åžimdi hukuk ve tıp alemindeki bu ve benzeri misallere bakarak pozitif hukukun veya karşı fikirdeki tabib veya tabiblerin, yeni geliÅŸmeleri, teknolojiyi red ve inkar ettikleri kanaatına varılamaz, belki onlar daha açık ve seçik müÅŸahhas delil ve neticeleri görmek, beklemek isteyeceklerdir. Gözleme dayanan ve gözlemcinin dışında ve kontrolünün ötesinde olup biten verilerle çıkartılan astronomik netice ve formülleri hakkında da İslâm’ın ibadet açısından tutumu bundan farksızdır. Kompitürün hata etmeyeceÄŸi meselesine gelince; bu tip bir cihaz ile uzaktan veya yakından her ne kadar tarafımızdan bir çalışma yapılmamışsa da yapılan hataya dair gördüÄŸüm bir misali belirteceÄŸim. Åžöyleki; 1978 yılı ÜSYM giriÅŸ imtihanında bir ÖÄŸrenci ilk tercih olarak İslâmî İlimler Fakültesini iÅŸaretliyor. İmtihanda aldığı toplam puan bu fakülte için gerekli en düÅŸük toplam puandan 3 puan daha fazla olmasına raÄŸmen adresine gönderilen sonuç kâğıdında «Hiçbir yeri kazanamadı» yazılıyor, öÄŸrenci ÜSYM ilgililerine müracaat ediyor, durumunu belirtiyor. Aldığı cevap; elektronik hesap makinaları ile yapılan deÄŸerlendirmede bir hata söz konusu olamaz, ancak aldığınız bu puanla, da İslâmî İlimler Fakültesine girmeniz mümkündür. ÖÄŸrenci ilgili Fakülteye baÅŸvuruyor ama fakülteye gelen ve elektronik makina tarafından hazırlanan listede ismi olmadığından fakülte ne yapsın. Çünkü listeyi düzenleyen de yine ÜSYM kompitürleridir. Bilinen bir kompitür maÄŸdurunun durumu bu, kimbilir daha baÅŸka neler olabilir. Kısacası elektronik beyin bile ancak bir kısım temel verilerle iÅŸini yürütür, bu veriler de yine insanlara baÄŸlıdır. 6- Îhtîlâf-ı Metâli Meselesi Ve Hükmü Yer yüzünün küreye benzemesi, her yerde deÄŸiÅŸik coÄŸrafi yapı arz etmesi, gerek kendi ekseni ve gerekse yörüngesi etrafında ve gerekse güneÅŸ sistemiyle beraber bir kütle halinde hareket eylemesi gibi birkaç nevi harekete sahip olması ve nihayet ajan da benzeri hareketlerle dünya etrafında dönmesi ve dönüÅŸ açısının her gün bir düzen dahilinde deÄŸiÅŸmemesi gibi sebeplerledir ki, ihtilâf-ı metali (doÄŸuÅŸ farklılıkları) olmakta, ayın doÄŸuÅŸu yerden yere göre deÄŸiÅŸmektedir. Fakihlerin gözünden kaçmayan bu durum onları bir hayli meÅŸgul eylemiÅŸ ve görüÅŸler açıklamışlardır. Hiç ÅŸüphesiz güneÅŸin doÄŸuÅŸu gibi hilalin doÄŸuÅŸu da ülkelerden ülkelere, memleketten memlekete göre deÄŸiÅŸir. Hilal bir memlekette görülürken diÄŸer bir memlekette görülmeyebilir. Tıpkı güneÅŸin doÄŸuÅŸunun deÄŸiÅŸmesi gibi. Bu deÄŸiÅŸmeler astronomi kitaplarında açıklanmıştır. İbnu Hacer fetvalarında ÅŸunu belirtir: Subkî ve metali deÄŸiÅŸince hilalin bir yerden gözükmesi bir diÄŸer yerde de gözükmesini bazan gerektirir, ama aksi pek vârid olamaz. Zira ÅŸarkî memleketlerden itibaren gece girmeye baÅŸlar, batı memleketlerinde o anda henüz gece baÅŸlamamıştır. Bunun için de hilal henüz gözükmemiÅŸtir. Bu bakımdan doÄŸuda görünen ay batıda henüz görülmeyebilir. Fakat batıda görülen hilalin doÄŸuda görülmemesi diye bir ÅŸey yoktur. Gecenin aynı anda baÅŸladığı memleketlerde ise birisinde görülen Hilalin mutlaka diÄŸerinde de görülmesi gerekir (56). Buna dair enteresan misal ÅŸudur: İki kardeÅŸ birisi ÅŸarkî, diÄŸeri de garbî bir ülkede ise ve her ikisi de aynı gün öÄŸle vakti vefat etmiÅŸlerse o vakit batıdaki doÄŸudakinin mirasçısıdır. Ama doÄŸudaki batıdakinin mirasçısı olamaz. Çünkü batıda öÄŸle vakti daha geç girer. Hilal ve güneÅŸin doÄŸuÅŸu ve batışı da buna benzer. Fakat buna ÅŸöyle bir itiraz yapıIır. Aynı boylam dairesinde olan -enlemleri ayrı- iki ülkeden Ekvatora, yakın olanda hilal daha erken ve kolay, uzak olanda ise geç ve güç görülür (57) . Nitekim İmam Subkî ihtilaf-ı metali konusunu incelerken:«EÄŸer hilalin rü’yetinde ihtilaf edilir ise o takdirde, ÅŸark ülkelerinde görülen hilalin garp ülkelerinde görülmesi gerekir. Ama bunun aksi varid deÄŸildir.» Ancak hu prensibe diÄŸer bazı Åžafiiler yön ve enlem birliÄŸini de ilave eder, ÅŸart koÅŸarlar (58). İslam hukukçularının bazısı ise doÄŸuÅŸ İhtilafı bulunamayacak bölgeyi belirli bir mesafe ile hesaplama cihetine gitmiÅŸler ve 24 fersah (yaklaşık 140 km.) den daha kısa mesafeli yerlerde ihtilaf-ı metal olamayacağını belirtmiÅŸlerdir (59). DoÄŸuÅŸ farklılığına itibar edildiÄŸinde ÅŸöyle bir soru akla gelebilir: Åžayet bir yerde hilal Cumartesi görülür de orada bulunan kiÅŸi oruca baÅŸlar da bir süre sonra Pazar günü hilal görülmüÅŸ olan yere gider orada devam eylerse muteber görüÅŸe göre orucunu o yere göre tamamlar. Çünkü o yere intikal ile artık onlardan bir fert olmuÅŸtur. Bir diÄŸer görüÅŸe göre ilk beldenin, hilalinin hükmü devam eder Ve ona göre orucunun ikmali gerekir (60). İslamda genellikle ibadetlerin edasında (bir vahdet ruhu aranmış, güneÅŸe baÄŸlı surette deÄŸiÅŸen namaz vakitleri dışında, aya baÄŸlı ibadetlerde ufak tefek farklılıklara yol açıcı ÅŸartlar ve âmillere hiç itibar edilmemiÅŸtir. Nitekim ez-Zeyleî der ki; bir belde halkı hilali görür de bir diÄŸerinde halk göremezse görenlerin görmesiyle diÄŸerlerinin de oruç tutması vacibdir, doÄŸuÅŸ farklılığının 'hiçbir önemi yoktur (61). İhtilaf-ı metalle itibarda hareket noktası; her milletin kendi yanında olanlarla muhatap ve mes’ûl tutulmalarıdır. Hilalin hareketleri ve rü’yeti gibi hususlarda her yere göre deÄŸiÅŸen âmiller vardır. Onun için de doÄŸuÅŸ farklılıkları ortaya çıkmaktadır (62). Biraz yukarıda da belirtildiÄŸi üzere bu fikrin taraftarları azınlıktadırlar. Hemen her hukuk mezhebinin hukukçularının büyük bir ekseriyeti İslam aleminde bir aylık oruç ibadetinin ayın zamanda baÅŸlaması, her kim dînî bayramın ayın anda tes’îdi ('kutlanması) için hilalin bir yerde görülmesi yeterli kabul edilmiÅŸtir. Çünkü bu ibadetler senede bir defa olmakta ve uygulamada bir güçlük de taşımamaktadır. Ama namaz vakitlerindeki farklılıkları kaldırmada, birliÄŸe gitmede (böyle bir imkân yok, aksine güçlük ve imkânsızlık mevcuttur (63). Ramazan ve bayram hilalnin sübutunda ÅŸehadet esası ÅŸart koÅŸulmuÅŸ ise de her hilali görenin, beyanı yeterli deÄŸildir. Bunun yanında o beyan ve ifadeler üzerine yetkili makamın, mahkemenin karar vermesi gerekir. Åžimdi bu durumda karar veren hakimin kararı kendi kazâi sahasının dışındaki yerlerde geçerli olabilir mi? Hiç ÅŸüphesiz bir yer hakiminin, verdiÄŸi hüküm tamamen hukukidir ve bu hüküm kaziyyei- muhkeme (kesin hüküm) durumundadır. Binaenaleyh bu kesin karar ÅŸahitlikten çok daha kuvvetlidir. Ramazanın haÅŸladığına dair hakimin kararı kesinlik kazanınca ve o yer halkı bunu bir baÅŸka yer halkına nakledince mütevâtir bir haber halini alır (64). Hülâsâ; ÅŸu anlatılanlara göre; a) Ramazan baÅŸlangıcı öncelikle hilali görmekle yahut Saban ayını 30 a tamamlamakladır. Görmenin mümkün olmadığı durumlarda rasatçıların büyük bir çoÄŸunluÄŸunun üzerinde birleÅŸtiÄŸi hesaba ve neticesine göre de oruca baÅŸlamakta bir mahzur yoktur. 7- Yer Yüzünün Özel Durumlu Bazı Yerlerinde İbadet Vakti Meselesi BilindiÄŸi gibi dünyamız kürreye yakın bir biçimdedir. Birkaç türlü harekete sahiptir. Åžöyleki; 1 — Kendi ekseni etrafında dönmekte, 2 .— Kendi ökseni etrafında dönerken bir topaç gibi ara sıra sallantılar yapmakta, 3 — GüneÅŸ etrafında dönmekte, 4 — GüneÅŸ sistemi ile birlikte Samanyolu etrafında helozoni bir ÅŸekilde hareketi. Ayrıca eksenine göre de 23 küsûr derecelik bir eÄŸiklik 'göstermektedir. Gerek yuvarlaklığı ve muhtelif hareketleri ve gerekse eksenine göre eÄŸikliÄŸi gündüz ve gecelerimizin, mevsimlerin teÅŸekkülüne yol açmaktadır. Kimi yerde gündüzler uzarken geceler kısalmakta, kimi yerlerde aksi olmakta, bir yarı kürede mevsim yaz iken diÄŸerinde aksi bir mevsim hüküm sürmektedir. Bununla beraber kutuplara doÄŸru özellikle 45° enlem dairesinden sonraki yerlerde gündüz ve gecelerin oluÅŸması ve süreleri normal 24 saatlik güne göre büyük farklılıklar göstermektedir. Åžöyle ki, normal bölgelerde, ki Türkiyemiz de böyle bir bölgededir, gün 24 saat iken ve gündüz ve gecenin insanlarca bilinen her bir dönemi, dilimi bulunurken iÅŸbu anormal bölgelerde güneÅŸin ufukta bulunduÄŸu süre, yaz günleri çok daha uzun olmakta, meselâ 66° enlem (arz) dairesinde bir gündüz bizim 14 günümüz kadar sürmektedir. O zamanlarda gece de aksine çok kısa geçmekte güneÅŸ batıp henüz batıdaki ÅŸafak (kızıllık) kaybolmadan doÄŸudan fecr (tan aÄŸarması) baÅŸlayıvermektedir. Bu ve benzeri durumlarladır ki, yaza veya kışa göre günde farz kılınmış bulunan beÅŸ vakit namazdan bir kısmının vakti tam anlamı ile bulunmadığından ne olacaktır? Buralarda Ramazan orucu nasıl tutulacaktır? soruları sorulmaktadır. İslam hukukçularının pek çoÄŸu eserlerinde bu bahislere yer vermiÅŸ, konuya çözüm yolu aramışlardır. Mesele yatsı ve vitir namazları vakti açıklanırken ele alınmıştır. Bu cümleden olarak «Dürrü’l-Muhtar» dan ÅŸu metin sevkedilebilir: «Yatsı ve vitir namazının vakti bulunmaz ise mesela Bulgar Beldesi (bugünkü Bulgaristan kasdedilmemektedir) gibi, zira bu yerlerde yaz günlerinde akÅŸam ÅŸafağı (kızıllığı) batmadan sabahın fecri doÄŸmaktadır. O yerlerde yaÅŸayan bir Müslümanlar da namazla mükelleftir ve yatsı ve vitir namazları için vakit takdir eder.» Bu aradan da anlaşıldığı üzere, fıkhi tarife göre yatsı namazının vakti girmeden, girmesi beklenirken sabah namazı vakti giriveriyor, böylece vakti bulunmadığından namaz da yerine getirilemiyor, edâ edilemiyor. Kutuplara yakın yerlerde ise çoÄŸu defa mevsime (güneÅŸ ışıkla irinindik ve yatık geliÅŸlerine) göre gündüzün ya da geceleyin kılman namazların vakti hiç teÅŸekkül etmiyor (65). «Namaz kılınız» (66) emrinin tekerrirünü vakte, vaktin tekerrürüne baÄŸlıyan, vaktin her yeni giriÅŸinde emrin de yenilendiÄŸini söyleyen mütekaddimin uleması vaktin (illetin) yokluÄŸu halinde emrin de tekerrür etmiyeceÄŸini, emrin kalkacağım belirtmiÅŸlerdir. Nitekim Åžeyhülislam Feyzullah Efendi bile Fetâvây-ı Feyzîyye’sinde; «Bir ikimse ÅŸafak kaybolmadan güneÅŸin doÄŸduÄŸu bir ülkede ise ona vaktü bulunmayan namazlar (yatsı ve sabah gibi) farz deÄŸildir.» Zira az önce de belirtildiÄŸi gibi namazın sebebi vakittir, bu da olmayınca namaz farzı da kalmaz, kalkar» (67) demektedir. . ez-Zeyleî’deki metnin mânâsına gelince;«Her kim yatsı ve vitir namazı vaktini bulamazsa o zaman namazları da kılmak gerekmez. Sebeb olan vakit bulunmamıştır...» (68). İlk kaynaklarda böyle fikirler var ise de daha sonraları dünyanın her yönü hakkında fikirler edinilip haritalar çizildikten sonra mesele üzerinde daha fazla durulmuÅŸ, ciddiyetle ele alınmıştır. Bir kerre emirlerin tekerrürünü yalnız illetle açıklamamışlar bir de kavranılamıyan sebeblerin varlığından söz etmiÅŸlerdir. Vakit; namazın kavranılabilen illetidir ama bunun yanında kavranılamayan sebebleri de vardır. O sebebe göre kim nerede olursa olsun günde beÅŸ vakit namazı kılmakla mükelleftir. Yirmidört saatlik bir gündüz ve gecede namaz vakitleri bildiÄŸimiz gibidir. Ama vakitleri bulunmayan namazların farzlığı hiçbir surette düÅŸmez. Nitekim hadis-i ÅŸerifde de;«BeÅŸ vakit namazı Allah Teâlâ kullar üzerine farz kılmıştır.» (69). Burada namazın faziyyeti hususunda açıkça anlaşılabilen bir illet ve sebep sevk edilmiÅŸtir. Bu istisnaî yerlerde yaÅŸayanların ne ÅŸekilde ibadet yapacakları hususunda bir diÄŸer önemli delil de Deccâl hadis-i ÅŸerifidir. Orada; «Åžüphesiz Deccalin günleri kırk yıldır. Onun bir yılı bir yan yıl gibi, bir senesi bir ay gibi, bir ayı bir hafta gibi ve diÄŸer günleri de bir kıvılcım gibi hemen gelip geçicidir. Bunun üzerine Ashab; Ya Rasulallah o kısa günlerde nasıl namaz kılacağız? diye sorarlar. Rasulullah (s) da; O uzun günlerde takdir ettiÄŸiniz gibi kısa günlerde de takdir edersiniz, buyurur.» (70). , Bir baÅŸka rivayette de «Deccâl gelecektir. Onun bir günü bir yıl, bir günü bir ay, bir günü bir hafta ve diÄŸer genleri de hemence gelip “geçicidir. Bunun üzerine Ashâb-ı Kirâm; o günlerde nasıl namaz kılacağız? diye sorarlar. Rasulullah (s) da O uzun ve kısa günlerde takdirde ’bulunursunuz.» buyurdular (71). Karşı görüÅŸte olanlar iÅŸbu Deccâl hadisini özel hükümlü bir hadis sayarlar ve normal zamanlarda ve ÅŸartlarda bu özel hüküm uygulanamaz, derler. Fakat mezkur hadisleri delil kabul edenler; hüküm her ne kadar hususi ise de uygulanmasını umumileÅŸtirmede, benzeri uzun veya kısa günlerde tatbik etmekte bir hukukî mahzur yoktur. Bu görüÅŸtekilerin vakti takdir hususunda bir diÄŸer delilleri de ÅŸudur: Ramazan hilalini dünyanın her yerinde ve iÅŸbu özel durumlu topraklarda görmek mümkündür. Gündüzlerin veya gecelerin çok uzun olduÄŸu o yerlerde hilali görenler de oruç tutmakla mükelleftirler. Bu noktada hiçbir ihtilaf yoktur. Ancak o yerlerdeki bir günün bizim 8, 10 veya 14 günümüz kadar uzun olduÄŸu bilindiÄŸine göre bu kadar uzun günlerde oruca tahammül imkânsızdır. O halde buradakiler Ramazan oruçları için 24 saatlik zaman belli olan en yakın ülkenin uygulamasını aynen alır ve kendileri için takdir ederler. Vakit bulunduÄŸundan oruç sakıt olmuyor ama edası (yerine getirilmesi) güçleÅŸiyor. Oysa dînî emirlerin edasında haraç ve meÅŸekkat kaldırılmıştır. Özel durumlu yerlerde bu harac ve meÅŸekkat iÅŸte takdir usulü ile giderilmiÅŸ oluyor. Bütün mezhebler ve hukukçular bu noktada aynı görüÅŸü belirtirler (72). Namazın da düÅŸmeyeceÄŸini müdafa edenler Ramazan orucu için yapılan iÅŸbu takdir iÅŸinin namazda da yapılmasında hiçbir mahzur olmadiÄŸinı belirtirler. Bahsin başında da açıklandığı gibi dünyanın; ÅŸekli, durumu, haritaları anlaşılıp çizildikten sonradır ki, fakihleriniz takdir usulünü seçmiÅŸler ve o yönde fetva vermiÅŸlerdir. Böylece o yerlerde oturan müslümanlar hem namaz kılmak ve hem de oruçlarını tutmakla mükelleftirler. En yakın memleketlere göre fecr (imsak), tülü’, zevâl, asr, gurup ve ışâ (yatsı) vakti takdir ederler. «Binaenaleyh ÅŸafağın gaybubetinden (kaybından) sonra yatsı namazını kılacak kadar bir vakit olmalıdır. EÄŸer vakit yeterli deÄŸilse yatsı namazının bırakılması korkusunun önüne geçmek için kendilerine en yakın ülkelerin ÅŸafak vaktinin kaybı süresine itibar olunur.» Nitekim Åžey Ebu Hâmid de; «Onların durumları İçin kendilerine, en yakın ülkenin vakitlerine itibar olunur» (73). İşte Åžafiî fakihlerinden birkaçının ÅŸu görüÅŸleri ile Hanefilerin görüÅŸleri tamamen bir birlik arzetmektedir, aralarında bir ihtilaf yoktur (74). Artık bu açıklamalardan sonra ortalıkta oruç ve namaz yönünden özel bir durum arz eden yerlerin sakinlerinin (halkının) karşılaÅŸtıkları problemlerin de fakihlerimizce çözüldüÄŸü anlaşıImaktadır. Burada belki bir diÄŸer mesele de ÅŸudur: Bir ikimse bir yerde öÄŸle namazım kılıp yola çıksa ve bir yere yarsa ve orada öÄŸle namazı henüz girmemiÅŸ olsa acaba o kiÅŸi bu yerde tekrar, öÄŸle namazım kılacak mıdır? Yoksa bu borçtan kurtulmuÅŸ mudur? Mesele üzerinde duran fakihlerin çoÄŸunluÄŸu (cumhur) o kiÅŸinin tekrar öÄŸle namaza kılacağı fikrindedirler. Zira o, geldiÄŸi yerin ÅŸartlarına göre amel ve hareket etmelidir (75). 8-Sonuç Ramazan hilali ile kutuplara yakın yerlerde namaz vakti meselesi hakkında dinimizin esasları ve ulemamızın görüÅŸlerinden bir kısmı, baÅŸlıklar altında kaydedilmiÅŸtir. Bunlardan da anlaşıldığı üzere insanoÄŸlunun hemen her karşılaÅŸtığı meseleye bir çözüm yolu aranmış, çareler belirtilmiÅŸtir. Yeter ki meselelerle karşılaÅŸanlar iyi niyetle bunların çarelerini araÅŸtırmayı bilsinler, giriÅŸsinler. Cenab-ı Hakkın;« yaÅŸ ve koni (hiçbir ÅŸey) müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitapdadır» (76) buyurduÄŸu gibi hukuk sahasında da İslami esaslar ışığında uÄŸraşılmadık, el atılmadık ve çözülmedik bir mesele kalmamış gibidir. Bir bahr-i bî-pâyân demlen fıkhın Ramazan hilali ile özel durumlu yerlerde vakit namazları hakkındaki hükümleri iÅŸte o sınırsız denizden birer katredir. İbadetlerin ifasında konulan kriterler âlim-cahil herkesin rahatlıkla uygulayabileceÄŸi, uyutabileceÄŸi ÅŸekilde olup özel hiçbir ihtisası gerektirmemektedir. Bununla beraber modem ilim ve teknolojinin yardımı ile varılan müsbet sonuçlar ve açıklamalar da hiçbir surette ihmal ve inkâr edilmemiÅŸtir. Ancak bu ilimleri kendi menfaatlarına âlet ve istismar edenler tenkide uÄŸramış görümleri din ve Müslümanlarca iltifata lâyık görülmemiÅŸtir. 9-Rü’yet-İ Hîlâl Konferansının Ardından BilindiÄŸi üzere 27 - 30 KASIM 1978/ 26 - 29 ZÎLHÎCCE ,1398 tarihleri arasında İstanbul'da, Diyanet îÅŸleri BaÅŸkanlığımız tarafından, Ramazanın ve Bayramların Tespitinde MüÅŸterek Metod mevzuunda bir Uluslararası Konferans tertiplenmiÅŸtir (*). Bu konferansa yirmi kadar ülkeden ve bazı uluslararası kuruluÅŸlardan yaklaşık kırka yakın delege katılmıştır. Yurt içinden de çeÅŸitli müesseselerden pek çok zevat müÅŸâhid olarak davet edilmiÅŸlerdir. Organize, tertip ve benzeri yönlerden, konferans baÅŸtan sona kadar iyi bir ÅŸekilde yürütüldü. Diyânet İşleri TeÅŸkilâtının bugünkü imkânları ile ancak bu kadar olabilirdi. Bunda, baÅŸtaki genç, dinamik elemanların nasibi büyüktür. Konferansa, katılan delegeler tarafından on sekiz İlmî tebliÄŸ sunuldu ve bunlar üzerinde dînî ve müsbet ilim açısından münâkaÅŸalarda bulunuldu. Olgun bir hava içerisinde cereyan eden münakaÅŸalardan sonra bütün delegelerin oybirliÄŸi ile kabul ettikleri kararlar alındı. Daha Önceleri de çeÅŸitli İslâm ülkelerinde millî (Cezayir, Endonezya, Pakistan gibi) veya milletlerarası, İslâm ülkeleri arası (Mısır, Kuveyt gibi) çapta «Rü'yet-i Hîlâl» konusunda toplantı ve konferanslar yapıldığı bu toplantıda öÄŸrenilmiÅŸ oldu. Fakat en geniÅŸ çapta ilk «Rü’yet-i Hîlâl Konferansı» nın Türkiye’de yapılmış olduÄŸu çeÅŸitli ülkelerin delegeleri tarafından dile getirildi. Pek tabii bunun en önemli âmili; Ülkemizin İslâm Âlemindeki durumu ve az önce de belirtildiÄŸi üzere, Diyânet İşleri BaÅŸkanlığımızın içten gayretidir.Konferansı takib eden gün ve aylarda da bu mevzuda ülkemizde İlmî mahiyette monografiler ve risâleler yayımlanmıştır (** ).Biz burada yalnızca konferans anında alınan kararlan kasaca kayıt ve izah etmekle yetineceÄŸiz. MADDE : 1 -İster çıplak gözle, isterse modem ilmin rasad metodları ile olsun, asıl olan hilâlin rü’yetidir.
(*) Bu 'konferansa Türk basınının o günlerde geniÅŸçe yer verdiÄŸi gibi Diyânet iÅŸleri BaÅŸkanlığı da Diyânet Gazetesi’nin 203 - 204 sayılarının bu konuya tahsis ederek özel sayı olarak çıkarmıştır. Konferans hakkında etraflı bilgi burada mevcuttur.
(8) Riyazü’I-Muhtar s.344. savm 5, 11. Müsİim, siyam 6, 9, 17. Ebu Davud, Savm 4, 6; 7, Tırmizî, savm 2. v,s. |
Bu Makaleye Ait EleÅŸtiri Makaleleri | |||||
|