|
![]() |
Makale Yazarına ait | Kitaplar | E-Kitaplar | Makaleler | Hakkındaki Makaleler |
Yazara ait kitaplar | |||||||||||
|
Yazara ait e-kitaplar | ||||||||
|
Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri | |||||
|
Özeti |
Her ferdini kapsayacak şekilde bir insan tanımlanması neredeyse imkansızdır ve hayal peşinde koşmaktan öteye bir gerçekliği de olamaz. Beklentilerimizi insana yaptırabilmenin tek yolu onun bunları yapmayı istemesini sağlamaktan geçmektedir. Hakikati olgunlukla karşılamalıyız. Fıtratımızın uygun olmaması sebebiyle bizlerin en nihai şekliyle hakikatlerin bilgisine ulaşabilmemiz ebediyete kadar mümkün olamayacaktır . J. Huxley |
Yayın Bilgileri | ||||||||||
|
Makale Metni [Yazdır/Print] |
Yeniçağ Dini ( Alexis Carrel’in Görüşleri Üzerine Değerlendirmeler II )Her ferdini kapsayacak şekilde bir insan tanımlanması neredeyse imkansızdır ve hayal peşinde koşmaktan öteye bir gerçekliği de olamaz. Beklentilerimizi insana yaptırabilmenin tek yolu onun bunları yapmayı istemesini sağlamaktan geçmektedir. Hakikati olgunlukla karşılamalıyız. Fıtratımızın uygun olmaması sebebiyle bizlerin en nihai şekliyle hakikatlerin bilgisine ulaşabilmemiz ebediyete kadar mümkün olamayacaktır . J. Huxley J. Huxley, herşeyden şüphe etmeyi Complete Scepticism imkansız görmekte ve insanı bir şekilde herhangi bir dine ya da inanca zorunlu kabul etmektedir. Religion of some sort is propably necessary. [1] Ama ona göre Yeni Çağ Dini’nin ilahsız ve vahiysiz olması gerekmektedir. İlk bakışta manasız ve abes bir düşünceymiş gibi görünüyorsa da bu düşünceler çok sayıda aklı etkileyen bir felsefenin ana temasıdır. Bu düşünce sahipleri temelde hemfikirlerse de ,konunun detaylarında ittifak halinde değillerdir. Herhangi bir dini inanca inananlardan olduğu gibi , din karşıtlarından da taraftarları vardır. Vahiyle hidayete ulaşmak yerine diğer insani bilimlerde olduğu gibi insani bir gayretle hidayete ulaşma düşüncesi, en önemli müşterekleridir. Lord Marly’in tabiriyle; Bilimin en son ve en büyük vazifesi insanlık için bir din yaratmasıdır. The next great task of science is to create religion of mankind [2] . Bu görüş ,din kavramını yaygın manasıyla değil daha özel bir manada kullanmaktadırlar. Onlara göre din vahiyle ya da ilhamla ulaşılan bir hakikate inanmak değil, salt akli bir fen’dir. Intellectual Art . Bu dinin en temel hedefi ise, düşünürlerinden birisinin tabiriyle , Koltuğu Allah’tan alıp insana vermektir. Transfer of seat from God to man. Taraftarları bu yeni dini , İnsanlık Dini Humanism ya da İnsanlık Mezhebi olarak isimlendirmektedirler. Alexis Carrel’in 1935’lerde ilk baskısını yapan kitabı bu yeni dini tesis için yapılmış en önemli bilimsel çalışmalardan birisi kabul edilmektedir. Eser her ne kadar bütün yönelişlerin görüşlerini temsil etmiyorsa da yine de hala bu çevrelerde önemini kaybetmemiştir. İnsan, kaydettiği onca teknolojik ve bilimsel ilerlemeye rağmen problemlerinin kıskacındadır . Bu mesele asrımız düşünürlerini meşgul eden en önemli problemlerin başında gelmektedir. Bazıları bu problemlerin dinin eski konumunu kaybetmesinden kaynaklandığını öne sürerken, dini değerlere iman etmeyenler daha farklı bir teşhis ortaya koymaktadırlar. Onlara göre hayatı konu alan bilimler maddeyi konu alan bilimler kadar ilerleme kaydetmemişler sıkıntı da, hayatı konu alan bilim dallarının ihmal edilmesinden doğmuştur. Bu tespite göre , hayat-bilim üzerine yapılan çalışmalara daha bir ciddiyetle sarılınmalı ve en kısa sürede önemli ilerlemeler sağlanılmalıdır. Dr. Alexis Carrel bu boşluğu doldurmanın önemine işaretle şöyle demektedir: Maddi dünyayı değiştiren bilim, insana da kendi kendisini değiştirme gücünü verecektir. Dr. Carrel ,İnsanın Yeniden Yapılanması The Remarking of Man başlığını taşıyan bölüme bu cümlelerle başlamıştır. “Tarihte ilk defa olarak insan bilimsel gelişmeler sayesinde kaderi üzerinde etkili olabilme konumunu elde etti. Bugün artık, aynı maddeye hükmedebildiğimiz gibi, ruh ve bedenimizi de irademize tabi kılmayı başarmış bulunuyoruz. Ahmaklık, ahlaksızlık ve suç işlemenin kalıtsal olmadığını biliyor, hastalıkları tedavi edebildiğimiz gibi ayıpları da iyileştirebiliyoruz” “Sanat ve meslekler insanları metafizik değerler doğrultusunda yönlendirmişler, bilimsellik ruhu doğrultusunda ilerlemelerine mani olmuşlardır.” Bizim değişik yönlerimizle gerçekler arasında konulan perde ve engelleri ortadan kaldırmamız gerekmektedir. Problemlerimizin kökeninde Galileo‘nun Genial Theory’si yatmaktadır. Galileo sıfatları öncelikli sıfatlar -buudlar ağırlıkları kolayca ölçülebilenler- ve -şekil, renk, koku ve ağırlıkları ölçülemeyen- ikinci derecede önemli olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayırmış ve böylece keyfiyet, kemmiyetten ayrılmıştır. Bu taksim neticede son derece önemli ayrışmaları beraberinde getirmiştir. İnsandaki ölçülüp tartılamayan özellik ve değerler, diğerlerinden daha büyük önem taşımaktadırlar. Örneğin, düşünce ve hayal; kanın renksiz sıvı Blood Serum kısmındaki kimyevi dengeden daha az önemli değillerdir. Keyfiyet ve kemmiyet arz eden şeylerin arasındaki uçurum Descartes’in ruhla bedenin arasını ayırmasıyla daha bir artmıştı. Sonrasında da maddi şeyler, ruhi şeylerden ayrılınca; beynin fonksiyon ve işlevleri yorumlanamaz ve izah edilemez hale geldi. Vücut iskeleti yapısı ve işleyişi Physiological Mechanism hayal, lezzet, hüzün ve güzellikten daha önemli hale geldi. Yine bu yanlış sebebiyle bilim ilerleme kaydetti ve gelişti ama insan yerinde saydı ve geriledi. Doğru yolu bulabilmek için bilimsel atılımların gerçekleştiği dönemin fikirlerinden faydalanmalı, Descartes’in ikili taksim anlayışını Dualism terk etmeliyiz. Beynin madde içerisindeki önemli yerini layıkıyla tekrar almasını sağlamalı, gelecekte ruh ile kaderin arasında bir ayrım yapmamalıyız. Aynı zamanda maddenin kanununa verdiğimiz değeri duygularımıza da vermeliyiz" Üç yüz sene kadar aydınlarımızın kafasında yer etmiş bir kanun ya da düşünceden kolayca kurtulmak elbette zor olacaktır. Ama bunu başardığımız taktirde son derece çarpıcı ve sıra dışı bir takım neticeler elde edeceğiz. Madde’nin öncülüğü ve hükmü sona erecek. Ahlaki, sanatsal, dini davranışlar üzerine olan araştırmalar aynı matematik, tabiat, kimya araştırmalarının konumuna yükselecektir. Artık tıp bilginleri diğer sorularla birlikte kendi kendilerine “niçin yalnızca bedensel hastalıkların tedavisine önem veriyoruz da , akli ve sinirsel hastalıkların tedavisi üzerine çalışma yapmayı ihmal ediyoruz”, sorusunu yöneltmelidirler. Tıp bilginleri bedensel karışım bozukluklarını Humours inceledikleri gibi Universal bozuklukları da inceleyeceklerdir. Beynin dokular, dokuların da beyin üzerindeki etkilerini vb. araştıracaklardır.[3] Bütün araştırmaların sonunda insanın problemlerinin temelinde , maddi bilimlerin sıra dışı ilerleyişi karşısında. insanın iptidai ve geri kalmışlığının varlığı görülecektir. İşin özü bu olmasaydı ,biz bu bilimsel ilerleyişlerle kapkara ve kötü kokulu zifti, güzel ve renkli bir yapıda, çirkin bir demiri faydalı hoş ve alımlı bir makine olarak görebildiğimiz gibi, insanı da çok daha ilginç .güzel ve alımlı bir halde görebilecektik. Dr. Carrel’in tabiriyle:“Bizler hayat bilimlerin, maddesel bilimler karşısında geri kalmışlığının kurbanlarıyız.” We are wictims of the back wardness of the sciences of life over those of matter Bu problemin daha çok ve derin araştırmalar yapıp kendi kendimizle alakalı bilgilerimizi yeterli düzeye çıkarmaktan başka bir çözüm yolu yoktur. Elde edeceğimiz bu bilgiler modern hayatın şuur ve bedenimiz üzerinde nasıl bir etkisinin olduğunu anlamamızı sağlayacaklardır. İçinde yaşadığımız çevreye nasıl adapte olacağımızı, bu çevrenin yapısının değiştirilmesi gerekiyorsa bunu nasıl yapmamız gerektiğini öğretecektir. Yaptığımız yanlışlıkları, kusurlarımızı, ahlaki ve akli hastalıklarımızı öğrenebileceğimiz oraya çıkmış olacaktır. “İşin gerçeği bizler ruhi hareketlerimizin kanunlarını tespit etmemize yarayacak vesileler ve vasıtaları, haram ve helal arasını, iyi ve kötü arasını ayırt etme yollarını kendimiz ve yaşadığımız toplumun özgürleşmesinin nasıl olabileceğinin metodunu bilmekten aciz durumdayız. “İnsan bilim Science of Man diğer bilim dallarına nispetle çok büyük bir önem kazandı. Özellikle de çağdaş medeniyetin hayatın tabii yapısını tahrip etmesinden sonra..” [4] . Şiddetle ihtiyaç duyduğumuz bu bilgilere nasıl ulaşabiliriz?Her geçen sene bilim adamlarının üreme, doğum, ahlak, alışkanlıklar, cerrahi, kimya, tabiat, psikoloji, genel sağlık, terbiye, sosyoloji, iktisat gibi alanlarda önemli ilerlemeler kaydettiklerini duymaktayız. Ama bu elde edilen önemli gelişme ve bilgilerin esasta hayata çok önemli belirgin bir fayda yansıması olmamaktadır. Nedeni ise; bu önemli ve büyük yekün tutan bilimsel verilerin tek bir şahsın beyninde toplanılmayıp farklı farklı beyinlerde kalması ve hepsini birden tahsil etmiş bir beyin tarafından bu bilgilerin hayati menfaatler doğrultusunda kullanılamamasıdır.” Bu bilimsel verilerden gereği üzere ve azami derecede faydalanabilmemiz için bu büyük veri yığınını tek bir beyinde toplamayı başarmamız gerekmektedir. Ancak bu şekilde bu bilimlerden gereği üzere faydalanabilme imkanını elde edebileceğiz. Bir şahsın bunca bilimsel veriyi öğrenip hazmetmesi mümkün müdür ? Bir şahsın Cerrahi, Fizyoloji, Canlılar Kimyası, Psikoloji, Metafizik, Tıp gibi bilimlerde barizleşmesi imkan dahilinde midir? Ve bunlar dışındaki bilimlerde de derinlemesine söz sahibi olabilmesi mümkün müdür ? Bu tabiatıyla mümkün değildir. Ama yine de böyle bir şeyi başarıp, bir şahsı 25 sene müddetle bütün bu bilim dallarında eğitsek ve bu tarz eğitimi tamamlamış yüz bilim adamı elli yaşlarına geldiklerinde insan hayatında ve medeniyetin genel ve özel yönelişinde çok etkin bir rol oynayabilirler. Fıtri yapılarına, akli ve bedensel kabiliyet ve özelliklerine göre insanların eğitildiği eğitim kurumlarına ihtiyacımız vardır. Bu kurumlar öncelikle insanlara insanla alakalı genel bilgiler vermelidir. Buralarda araştırmacı ve bilginler yetiştirilmeli, buraların yönetimi belli alanlarda uzman araştırmacılar yerine bütün bilimlerde uzman bilim adamlarında olmalıdır. Belirli alanlarda uzman bilim adamları ise onlara yardımcı olarak görevlendirilmelidir. Bir psikolog, kimyacı ya da sosyolog yalnızca bir bilim dalında uzman olduklarından diğer bilim dallarından habersiz olma durumundadırlar. Bu ise onların insanın mahiyetini bir bütün olarak kavramalarına engel teşkil eder. Diğer taraftan onlara uzman oldukları alanların dışında itimat da edilmez. Günümüzde gerçekten anlattığımız işlevi yerine getirme istidadında çok sayıda araştırmacı ve bilim merkezi vardır. Ama bu merkezlerle az önce ifade ettiğimiz büyük hedefin gerçekleştirilmesi imkanı yoktur. Matematik bilimler, tabiat bilimi, kimya bilimi vazgeçilmez bilimlerdir. Ama insan bedeninin kanunlarının incelemelerinde esas bilimler değildirler. Bu bilimlerin insana özel düşünceler üretmesi imkansızdır. Hayat bilimi alanında araştırma yapacak uzmanların araştırmalarındaki temel hedefin sadece yapay ya da mücerret hayat kanunları olmadığını, temel hedefin canlı bedenin kanunlarını ortaya çıkarmak olduğunu hiçbir suretle ihmal etmemelidirler. Ve yine Bayliss’in keşfettiği fizyoloji biliminin , bu temel anlayışın çok cüzi bir kısmını oluşturduğunu da unutmamalıdırlar. Bu araştırmalar belki nesiller boyu sürmek durumunda olabilecektir. Bu sebeple elde, bu araştırmalara ev sahipliği yapacak kapsamlı ve nitelikli bir merkez olmalı ve bu araştırmalar kesintisiz bir şekilde en azından bir asır devam etmelidir. Akli bilimlerde çalışanlar ittifak edip ,çalışma, tespit ve yönelişlerini tek bir yönde birleştirmelidirler ki, bu ortak çalışmadan dev bir akıl yaratabilsinler, ve o akıl insanlığın geleceği üzerine düşünebilsin, yeni ve güzel bir gelecek planlayıp bu planı uygulamaya geçebilsin. İnsanlığın daha da ileri gidebilmesine katkıda bulunabilsin. [5] İlahi bir din yerine, insani bir din getirmek isteyenlerin düşüncelerinin özü budur. Bu alıntıları, Dr. Alexis Carrel’in İnsanın Gelişimi isimli eserinden aktardık. Eser şu cümlelerle bitmektedir; “İnsanlık, tarihinde ilk defa olarak akla dayanan bir medeniyet, düşüşe geçmesinin sebeplerini tespit edip, bilimin o muhteşem gücünü kontrolü altına almayı başarmıştır. Bilim, söz konusu bu muhteşem gücünün tamamını kullanabilmektemidir ? Bilimin bütün gücünü kullanabilmek, önceki medeniyetlerin kaderi olan sondan kurtulabilmek için tek umudumuzdur. Bizler şu an için kaderimize hükmetme konumundayız. Ve yepyeni bir yol ve strateji takip etmemiz gerekiyor” [6]
Bu düşünceler aşağıda ifade edeceğimiz temel hataları içermektedir. Birincisi: Maddi bilimlerle insani bilimler arasında gayet belirgin bir fark vardır. Bu farkın da gösterdiği gibi, insanın kendi mahiyetinden tamamen farklı bilimler vasıtasıyla kendisini anlaması imkansızdır. İnsan maddenin incelendiği metotlarla kendi kendisini anlayamaz. Problemin kökeninde insanla alakalı bilimlere gereken önemin verilmemesi yoktur. Bilakis insanı anlamaya yönelik bilimsel çabalar, maddi bilimlerden daha önceleri başlamıştır. Ama buna rağmen insanla alakalı bilimlerde kayda değer bir ilerleme kaydedilememiştir. Dr. Carrel’in ifadesiyle; tanrı tanımaz da ,ruhbilimci de sodyum klorürün ne olduğunda hemfikirdirler. Ama mesele insan zatına gelince düşünceleri yüzde yüz değişir, zıtlaşır.” [7]Şu ana kadar bir araştırma ya da inceleme bunun gelecekte değişebileceğini bizlere haber vermemiştir. Biz hangi esasa göre insanın hayatın sırlarını kendi kendine keşfedebileceğine inanacağız. ? Dr. Carrel’de madde kanunlarını ve madde ile ilgili bilgileri, insan zatı üzerinde tatbik edenleri eleştirerek şöyle demektedir: Hareketin ikinci kanununun -sarf edilen kuvvetin yayılması- bazı cüziyatta işimize yaraması mümkündür. Bununla beraber, az yorulup çok dinlen, prensibinin hakim olduğu psikolojide kullanılması ise imkansızdır. Çekim gücü vb. kanunların, şuurla alakalı meselelerin çözümünde bir katkısının olması imkansızdır. Psikolojik olayların ,hücrelerin fizyolojisiyle ya da Kuantum Mekaniğiyle Quantum Mechanics izaha yeltenilmesi demagojiden başka bir şey değildir [8] Bu isabetli değerlendirmesine rağmen Dr. Carrel insanla alakalı bilimlerin ,maddi bilimlerde olduğu gibi tamamının keşfedilebileceğini savunabilmektedir. Bu ise 19.yy. fizyolog ve mekanik bilim adamlarının Mechanictic Physiologists nazariyelerinin bir tekrarından başka bir şey değildir. Bizim insanla alakalı olarak elde edebildiğimiz bilgiler vasıf-bilgi Descriptive olmaktan öteye geçmediği gibi insanın sadece maddi tarafıyla alakalıdırlar. Bu sebeple dinden bağımsız olarak anlamaya çalışanların geliştirdikleri bütün nazariyeler maddi bir unsura dayanma durumunda olmakta ve çalışmalarının bilimsel açıdan 19.yy mülhidlerinden bir farkları kalmamaktadır. İkincisi: Dr. Carrel eserinde , insanın bilgisinin değişik bilimlerde uzman grup ya da topluluklarca ortaya konması mümkün değildir. Bu iş için her bilim dalında uzman bir tek bilim adamına ihtiyaç vardır, demektedir. “İhtiyaç duyulan noktaya değişik bilimlerde bilim adamlarını bir araya toplayıp konferanslar, seminerler yapmak suretiyle ulaşmak imkansızdır. Bütün bilim dallarında uzman bir şahsa ihtiyaç vardır. Ancak böyle birisi bu işin üstesinden gelip hakkını verebilir. Bir sanatçılar kurulu oluşturulması suretiyle bir sanatçı yetiştirilemeyeceği gibi bir grup araştırmacının bir kurul oluşturarak bir araya gelmelerinden ,çok önemli bir bilimsel keşif de gerçekleşmez. Bütün bilimler bir insanın zihninde toplanmalı, İnsanlığın gelişimi ve ilerleyişini temin için tek bir insanın beyninde bir araya getirilmelidir.”[9] Bu önerilen çözüm şekli ,içinde yaşadığımız zaman ve şartlarda uygulanması mümkün olmayan bir çözüm şeklidir. Her şeyden önce, insanın sınırlı bir ömrü ve sonunda ihtiyarlık dönemi vardır. Ve biz şu ana kadar yaşlanmayı engellemenin ya da ölüme çare bulmanın bir yolunu bulamadık. İçinde yaşadığımız şartlarda bırakın birden fazla bilim dalını, tek bir bilim dalında bile uzmanlaşmak için yeterli vakit yoktur. Hal böyleyken yaşlılık ve ölümle kuşatılmış bir hayatta bütün bilimlerde uzmanlık derecesinde bir eğitim almaya, nasıl mümkündür, denilebilir. Dr. Carrel’in 25 yılda bütün bilim dallarında uzman derecesinde bir eğitimin tamamlanabileceğini söylemesi oldukça cüretli bir iddia olmuştur. Karl Marx yalnızca iktisat bilimi üzerine çalışmasına ve ömrünün en kıymetli yıllarından 35 senesini bu bilim dalına vermesine rağmen araştırmalarını tamamlayamamıştır. Bu uzun yıllara rağmen ancak Sermaye isimli eserinin birinci cildini tamamlayabilmiştir. Buna göre Carrel’in 25 senede bilim dallarında ileri derecede bir eğitimin alınabileceğini iddia etmesi gerçekten şaşırtıcıdır. Problem sadece bu kadarla kalmamaktadır. İnsan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Pek çok zıddın bir araya gelmesinden Mixture of Opposites oluşmuştur. Ve bu sebeple de, insan hakkında şüpheden uzak bir şey söyleyebilmek, neredeyse imkansızdır. Ama insan hakkında bilimsellikten uzak bir şekilde ve cehalet halinde Dr. Carrel’in de Illusive Confidence diye nitelediği aldatıcı güven duygusunun oluşması mümkündür. Her alanda elimizde o kadar çok ve zıt soru var ki, bunların arasında nihai bir ayrım yapabilme imkanı yoktur. İşte bu sebeple pek çok bilim dalı birbirleriyle uzlaşmayan neticelere varmakta, pek çok araştırmacının görüşleri bir diğerlerininkiyle çelişmektedir. Örneğin, Watson ve diğer Behaviouristler irsi olarak elde edilen hiçbir özelliğin olmadığını, eğitim ve çevre faktörleri kullanılarak insanın istenildiği şekilde yönlendirilebileceğini savunurlarken, genetik bilimciler Geneticsts irsi olarak alınan özelliklerinin insanın kaderini belirlediğini öne sürmektedirler. Buna göre de insanlığın kurtuluşu, sadece yeni nesillerin iyi terbiye edilmesiyle değil, sağlıklı nesiller yetiştirilmesiyle gerçekleştirilebilecektir. Bu verilere göre bilim adamlarından bir grubun çıkıp uzun yıllar çalışarak bütün bilimleri son derece iyi bir şekilde tahsil etmeleri, sonra da belirli bir bilim dalında uzman bilim adamlarında olduğu gibi zihinlerinde bir ihtilaf ve farklılığın ortaya çıkmaması ,bir hayalden öteye gerçekliği olamayacak bir düşüncedir. Üçüncüsü: Dr. Carrel’in unuttuğu bir diğer önemli nokta da ,insanın irade sahibi bir canlı olduğudur. Onu bütün diğer maddesel canlılardan ayıran en temel özelliği budur. Maddi bir şeyin üzerinde yaptığımız araştırmalardan bir neticeye ulaştığımızda aynı şartlar altında bu neticeyi diğer maddesel varlıklarda alacağımızı biliriz. Ama iş insana gelince durum farklılık arz ediyor. Çünkü insan, kendi kendini değiştirebilme gücüne sahiptir. Dr. Carrel bunu itiraf ederek şöyle diyor; “Yeni madde bilim ile hayat bilim arasında şaşırtıcı bir fark vardır. Yapı, mekanik, tabiat bilimleri matematiksel bir dille ifade edilebilirler. Hayat bilim ise bu türden bir bilim değildir. Hayat bilim alanında araştırma yapanlar, değişik renkli binlerce ağaçtan oluşan ve sürekli farklılaşan bir ormana girmiş gibi olmaktadırlar. Bu değişiklik sebebiyle ormandan nasıl çıkılacağı dahi bilinemez hale gelmektedir. Hayat-bilim alanında araştırma yapanların akılları ,önlerine çıkan çok sayıdaki hakikatler sebebiyle felç olmakta, bir kısım hakikatleri tespit edebilseler de matematik ölçülerle yapılabildiği gibi net bir şekilde bu hakikatleri ifadeden aciz kalmaktadırlar. [10] Biz bu sebeplere binaen bütün insan cinsine şamil olabilecek ,bir insan bilim yorumu yapılabilmesi düşüncesini, serap peşinde koşmak ve imkansıza ulaşmaya çalışmak olarak niteliyoruz. Bizce insanın problemlerini çözmede gerçekçi çözüm yolu insanın iradesini harekete geçirmenin o tılsımlı yolunu bularak insanın kendi kendisinin menfaatine olacak şekilde iradesini kullanmasını sağlamaktır. Bir caddenin aydınlatılması için elektrik düğmesine basmak yeterli olabilir. Ama insan için durum çok farklıdır. Bütün insanlar hakkında geçerli olan bu türden bir kanun yoktur. Ve insan sürekli olarak kendi öz iradesiyle kendisini değiştirebilmektedir. Onu belirli bir kanuna uymaya mecbur eden bir dış etken de yoktur. İnsan bilim araştırmacılarının bu önemli hususa dikkat etmeleri gereklidir. Dördüncüsü: Ahlaksızlık, toplumsal olumsuzluklar ve suçlar, sinirsel ya da akli hastalıklar olarak nitelenip ,aynı sivilceler, yaralar, nezle ya da humma’nın tedavi edilebildiği gibi , bunlarında hastahanelerde tedavi edilebilecekleri kabul edilmektedir.. Dr. Carrel’in deyimiyle: ahlaki duygular aynı akli davranişlar gibi insanın bedensel yapısı ve fiillerine bağlıdırlar. Fiillerinin bu halleri ise , beynimizin tabiatıyla dokularımızın doğal neticeleridirler. Çocukluğumuz ve gelişme dönemimizde yaşadığımız olaylarla da çok sıkı bağlantıları vardır. Sopenhaur Shopenhaur Kophenhagın’daki Kraliyet Bilim Kuruluna sunduğu çalışmasında ;sahip olduğumuz ahlaki esasların köklerinin tabiatımızda olduğunu, bir diğer ifadeyle: sevgi, bencillik ya da kötülük duygularının insanın fıtratında var olduğunu öne sürmüştür [11] . Bu düşünce bir saçmalıktan öteye bir şey değildir. Şüphesiz insanı kötülük işlemeye sevk eden bir takım sebepler vardır. Ama bunların hepsi ikinci planda etkili ve ek sebepler olmaktan öteye geçmezler. İnsanı kötülüğe iten en etkin ve temel sebep yine insanın kendi iradesidir, bir başka şey değil. Ve kötülük eğilimindeki bir akla engel olmanın tek yolu, sahibinin iradesine egemen olabilmektir. Ahlaki suçluları bedensel hastalar gibi hastahanelerde tedavi etmek imkansızdır. Zira suçları kendi iradeleriyle işlemekte ve kasıtla yapmaktadırlar. Hastalık ise kasıtsız gerçekleşen bir olaydır. Cerrahlarımızın hasta bir uzvu gerçekleştirdikleri bir ameliyatla sağlığına kavuşturmaları mümkün ise de , suç eğilimli bir insanın iradesini iyileştirmeye güçleri yetmez. İşte bu sebepten dolayı cerrah ve doktorların kötülük yapma isteği duyan hastalar ve ahlaki hastalar üzerinde etkili olabilme imkanları yoktur. Esasen insan iradesinin yapay yöntemlerle tedavisi de söz konusu değildir . Bunu sağlamanın tek yolu dini inançlara dönmek, Allah korkusu, vicdan muhasebesi ve ahiret korkusunu insan benliğinde ihya etmektir. Ancak bu sayede, insanın ahlaki suçlar diye isimlendirdiğimiz günahlardan uzak tutulabilmesi söz konusu olabilir Beşincisi: Yazarımız, insanın yalnızca kendi çabalarıyla hayatın bilgisine ulaşmasının elinde olmadığını kabul etmekte, ama yine bilimsel bir esasa dayanmayan, içi boş bir hayali çözüm yolu olarak öne sürmektedir; “İnsan bilimdeki yavaş ilerlemeye karşılık tabiat, kimya, mekanik bilimlerindeki müthiş ilerleme, önceki nesillerin ellerindeki son derece sınırlı imkanlar, konunun karmaşıklığı ve beynimizin özel yapıları sebebiyle bu şekilde gerçekleşmiştir. Ve işin hakikatine bakılırsa bu problemleri ortadan kaldırma ümidimiz de yoktur. Bu engelleri aşabilmek oldukça zor olup, kendi kendimiz hakkında elde edebileceğimiz bilgilerin, tabiatımızın temizlenip, arınmasına ya da güzelleşmesine bir katkısı da olmayacaktır. İnsan Bilim’in gelişmesine ve ilerlemesine engel olan sebeplerin ortadan kaldırılması imkansız görünmektedir. Netice itibarıyla İnsan Bilim’in, bilim dallarının en zoru olduğunu itiraf etme durumundayız.[12] Bu zorluğu asrımızın bütün düşünürleri itiraf etmektedir. Örnek olarak J. Huxley’in bu meseledeki görüşünü alıntılayalım: İlah inancının son bulması , dinin son bulması manasına gelmemektedir. İlah inancının bitmesinin manası, evrenin bir ilahın eseri olması inancının son bulması demektir. Ama bu son buluş ,ilah düşüncesini ortaya çıkaran diğer dini duyguları yok etmemektedir. Yaratıcı ilah , fikrinin son bulması; ilah’ın yerini insanın alması ve insanın omuzlarına , daha önceleri ilah’a yüklenilen ağır sorumlulukların yüklenilmesi manasına gelmektedir. Ve bu sorumluluğun beraberinde getirdiği en önemli görev , sırlar alemine ve bizim bilgilerimizin yetersizliğine karşı başarılı olmak yükümlülüğüdür. İnsan önceleri bu ağır yükümlülüğü , idrak ve anlayışı dışında bir ilah’ın omuzlarına yüklemişti. Ama şimdi bu ağır sorumluluğu yüklenmek konumundadır. Bununla birlikte, sınırlı fıtri yapımız sebebiyle, varlıkların hakikatlerinin nihai bilgisine hiçbir zaman ulaşamayacağımız gerçeğini kabullenmeye de kendimizi hazırlamalıyız. [13] Bunlar ne korkunç tenakuz ve çelişkilerdir... Bir yandan insanın kendi hakkında bilgiye ulaşmaktan aciz oluşu itiraf ediliyor, diğer yandan bu aciz insanın önündeki bütün engelleri aşıp bu bilgiye ulaşacağı hayal ediliyor. Üstelik insanın problemlerini çözebilmesinin ,ancak kendi kendinin bilgisine ulaşmasından sonra olabileceği itiraf edilirken... Şu insanın ne şaşırtıcı işleri var. Ona bir ok Allah’ı işaret edince, tam aksi yöne dönüp o yönde ilerlemeye çalışıyor. [1] Hindustan Times, Oct. 1961 [2] C.A. Coulson, Science and Christian Belief p. 8 [3] Man The Unknown (1961) p.57-63 [4] Age. p. 39 [5] Age. p. 264-276 [6] Age. p. 298 [7] Age. P.17 [8] Age. p.43 [9] Age.p.55 [10] Age.p.15 [11] Age. P.127 [12] Age.p.23 [13] Man in The Modern World,p.133 |
Bu Makaleye Ait Eleştiri Makaleleri | |||||
|