|
![]() |
Makale Yazarına ait | Kitaplar | E-Kitaplar | Makaleler | Hakkındaki Makaleler |
Yazara ait kitaplar | |||||
|
Yazara ait e-kitaplar | |||||
|
Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri | |||||
|
Özeti |
Yayın Bilgileri | ||||||||||
|
Makale Metni [Yazdır/Print] |
Tasavvufî Düşüncenin Sosyal Hayata Yansımaları “Tasavvuf, baştan aşağı edebtir”. (Ebû Hafs Haddâd) Tasavvuf a. Bir yeniden doğuş sanatıdır, b. Bir kimsenin doğallığını yeniden kazanma sürecidir, c. Tekdüzeliği aşma yoludur d. Yaratıcı vizyon aracıdır. e. Kesreti fark etme ve vahdeti hissetme mesleğidir. f. Hayata, kozmik yasalara, gerçek fıtrata sadakattir. g. Kültürel benden kurtuluş ve kozmik bene varıştır. Tasavvufun Hedefi Marifetullah Muhabbetullah Nefs-i tezkiye Kalb-i tasfiye. Güzel Ahlak. Edebe riayet. Allah’a tam bir kulluk ve küllî iradeye tam teslimiyet. Zühd ve fakr. Hakk’a vuslattır. İlm-i batın . İlm-i ledün ve keşfe mahzar olmak. Tasavvufun Tedavi Ettiği Psikolojik ve Manevi Hastalıklar 1. Nifak 2. Şüphe 3. Yabancılaşma 4. Desakralizasyon: Kişinin kendisini kutsal olana ve kutsallıkla teması olan kişilerle ilişki kurmaktan alıkoyması. 5. Çokluğa dağılma (kesrette boğulma). 6. Kimlik bunalımı 7. Yalnızlık Anomi anlamsızlık hastalığı olarak tanımlanabilir. Derinden hissedilen bir amacın yokluğu, kişinin çevresine ve dostlarına yabancılaşması anonimin özelliklerindendir. 8. Yanılsamalar Sosyal Meseleler Araştırma Gurubunun Hazırladığı Rapor Bununla birlikte 80'li yıllarda kısmen tarafsız bir araştırma yapılmış, konu tahlil ve tenkit edilmiştir. Bu raporun önemi şuradan kaynaklanmaktadır. Belgelerle Türk Tarihi Dergisi tabir caizse yarı resmî bir dergidir. Sosyal Meseleler Araştırma Gurubunun hazırladığı raporların dördüncüsü "Din Nedir İrtica Nedir" ana başlığını taşımakta, tasavvufî hareketler ve tarikatlar konusu ele alınmakta, değerlendirme ve tedbirlerle sona ermektedir: ve bugün de etmektedir. Ne yazık ki, günümüzdeki tarikat faaliyetleri ile ilgili olarak bir şey söylemek mümkün değildir. Tarikat faaliyetleri çok defa gizlilik içinde cereyan ettiği için onlar hakkında gözlem ve müşahadeye dayalı sosyolojik tespitlerde bulunamamaktayız. Dolayısıyla, bu konu hakkında hazırlanmış ilmi çalışmalar çok azdır. Mevcut olanlar da daha ziyade klasik tarikatların adab ve erkânıyla ilgilidir. Bugün Kadirilik, Nakşibendilik gibi tarikatlara mensup kişilerin bulunduğu ve bu kişilerin sayıca önemli bir yekûn teşkil ettiği herkesin bildiği bir gerçektir. Bugünkü tarikat faaliyetleri ile ilgili ilmi tespitler ortada olmayınca değerlendirmeler daha çok leyhte ve aleyhte öne sürülen iddialara, bazı tahminlere göre yapılmaktadır. Söz konusu leyh ve aleyhdeki iddiaları şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Leyhteki İddialar 1. Tasavvufi hayat, insanın derûni ihtiyaçlarının tatmini ile ilgilidir. İnsan hangi dönemde yaşarsa yaşasın, duygu dünyasını doyurmak zorundadır. Bu da sadece dini ilimlerin öğrenilmesi ve şekli tatbikatın yerine getirilmesi ile olmaz. Tarikatlar, bir ihtiyaca cevap vermek için doğmuştur, maddi ihtiyaçların az veya çok karşılandığı, fakat ruhani ihtiyaçların ihmal edildiği, maddeci hayat anlayışlarının yaygınlaştığı günümüzde tarikatlar büyük bir vazife görmektedirler. 2. Buna bağlı olarak, dini hayatta önemli olan duygu yanı olduğu ve bu yanı da işleyen, geliştiren tarikat hayatı olduğu için İslâmiyetin benimsenmesi, yayılması en iyi tarikatlar kanalıyla olur. Nitekim, son yıllarda İslâmı kabul eden batılı ilim ve fikir adamlarının çoğu, tarikatlar aracılığı ile o noktaya gelmişlerdir. 3. Gerek dini ilimleri öğreten okullar, gerek dini vazifelerin yerine getirilmesi işi ile ilgili resmi kuruluşlar, din terbiyesinde yeterli değildir. Tarikatlar, hem onların eksik bıraktıklarını tamamlamakta, hem de onların uzanamadıkları kesimlere dini hayatı öğretmekte, sevdirmekte ve yaşatmaktadır. 4. Özellikle gençler daimi bir arayış içindedirler. Tarikatlar gençlerin en azından bir kısmını dini hayata çekmekle onları kötü ve sakat ideolojilerin telkinlerinden kurtarmakta, onların heyecan dolu dünyasına müspet bir yön vermektedir. Buna ilaveten, tarikatlara girme, gençler arasında hızla yayılma temayülü gösteren içki, kumar ve benzeri alışkanlıkları önlemekte, bu şekilde kötü alışkanlıkları olanları da kısa zamanda tedavi etmektedir. Özellikle bu son nokta ile ilgili olarak tarikatlara girenler geniş bir poropaganda faaliyetine girişmekte ve şeyhlerinin "kerametini" anlatan yüzlerce rivayet öne sürmektedirler. 5. Tarikat faaliyetlerini yönetenler, eskiye nazaran iyi yetişmemiş olabilirler. Hatta onların, tıpkı toplumun diğer kesimlerinde yaşayan insanlar gibi, siyasete ilgi duydukları da söylenebilir. Buna rağmen onlar, Marksizm ve benzeri ideolojilerin karşısında oldukları için çevrelerine toplanan insanları, özellikle gençleri, tehlikeli akımlar karşısında korumuş ve bu yolla ülkenin birlik ve bü tünlüğüne yardımcı olmuşlardır. 2. Aleyhteki İddialar 1. Ülkemizde din eğitimine uzun süre ara verildiği, tarikat faaliyetleri gizli olarak yürütüldüğü için bugün bu faaliyetlerin başında bulunanların büyük bir kısmı, hem ilmi bakımdan hem de tarikat terbiyesi açısından tamamen yetersizdir. Dolayısıyla, ilmi ve manevi yönden zayıf insanların başkalarını aydınlatması mümkün değildir. 2. İyi yetişmemiş şeyhler ve onların çevresini saran cahil, açık gözlü insanlar, tarikat faaliyetlerini bir geçim, hatta bir sömürü kaynağı haline getirmişlerdir. Şeyhlere ve onun yakın çevresine körü körüne bağlı olanlar, binbir güçlükle kazandıkları maddi imkânlarını tereddüt etmeden elden çıkarmakta ve bunun neticesi olarak bakmakla yükümlü oldukları kimseleri ihmal etmektedirler. 3. Şeyh ve onun çevresindekilere körü körüne bağlılık, İslâm dininin şart koştuğu ferdi sorumluluk fikrini ikinci plana itmekte, bir çok insan tarikata girmekle ahiret saadetini garantiye aldığına inanmaktadır. Daha da kötüsü, kurtuluşun sadece kendi tarikatlarına bağlanmakla mümkün olacağına inanan insanlar çıkmaktadır. Bunun neticesinde ilmi çalışmaların gereksiz, hatta zararlı olduğu kanaati yerleşmekte ve böylece büyük bir kesim adeta tembelliğe sürüklenmektedir. Günümüzde bazı gençlerin bu yolla pasifliğe itilmesi her bakımdan zararlı birtakım neticelerin doğmasına kapı açmaktadır. 4. Şeyhe körü körüne bağlılık ve kurtuluşu Kendi tarikatında görme dar kafalılığı taassubu körüklemekte, bu istikamette aşırıya gidildiğinde toplumun birlik ve beraberliği bozulmaktadır. Bu bozulma, bazen aile yuvasına kadar inmekte, tarikata giren koca ailesini ihmal etmekte, ailenin hanımı ise, kocasını ve çocuklarını bir tarafa itebilmekte, hele yaşları genç olanlar ise, ana-babalarını günah içinde görmekte, onları reddetmeye kadar gidebilmektedirler. 5. Günümüzde hemen her kurum ve kuruluş az veya çok politize olmuş durumdadır. Tarikatlar da -en azından bir kısmı- bu yolla kendi payına düşeni almış bulunmaktadır. Vaziyet bu merkezde olunca tarikat faaliyetlerinin ön saflarında yer alanlar, bilerek veya bilmeyerek kitleleri yönlendirmekte, her ferdin kendi siyasi sorumluluğu, yönlendirilmiş kitle psikolojisi içinde kaybolmaktadır. Çok kere bir tek kişinin isabetsiz kararı, yüzlerce insanın aynı isabetsizliğe düşmesine sebep olmaktadır. Özellikle, çeşitli ideolojilerin kol gezdiği günümüz Türkiye'sinde bazı iç ve dış mihrakları da tarikatlar çevresinde toplanmış duygu ve heyecan yanı ağır basan kitleleri kendi emelleri yönünde kullanma arzu ve hevesini kamçılamaktadır. Bu kitleler arasına iyi yetişmiş bozguncular girebilmekte ve onları tahrik etmektedirler. 6. Hepsi değilse de bazı tarikat mensupları, özellikle bazı bölgelerimizde okuma-yazmayı, özellikle kadınların ve kız çocukların okumalarını teşvik etmemekte, cahil insanların kendilerine keramet atfetmelerine göz yummakta, onların kendilerini adeta bir mabûd gibi görmelerine müsamaha etmekte ve böylece hem kendilerinin hem de cahil insanların İslâm dininin kesinlikle yasak kıldığı birtakım inanışlara sahip olmalarına sebep olmaktadırlar. Başka bir deyişle, inanç açısından da ciddi problemler doğmaktadır. Bunun temelinde gerçek yönüyle İslâm dininin bilinmemesi ve ilim zihniyetinin toplumun her kesimine sağlıklı şekilde yayılmamış olması yatmaktadır. Tasavvufta Allah’a Ulaşma Yolları 1. Tarîk-ı Ahyâr: İbâdet ve takvâ üzerinde yoğunlaşan tarîkatlerdir. 2. Tarîk-ı Ebrâr: Nefsi, çile ve hizmet ile terbiye etmeye ağırlık veren tarîkatlerdir. 3. Tarîk-ı Şüttâr: Aşk ve vecd ile hedefe vâsıl olmayı gâye edinen tarîkatlerdir. Günümüz Dervişlerinin Özellikleri Günümüz dervişlerinin şu beş hastalığa müptela olduklarını gördüm: 1. İlmi bırakıp cehalete maruz kalmaları. 2. Gürültü ve şamataya kapılmaları. 3. İşlerini hafife almaları. 4. Tarikatları ile avunmaları. 5. Gereğini yerine getirmeden fütuhat beklentisine koyulmaları. Günümüz dervişlerinin şu beş hususiyeti gözümüze çarpmaktadır: 1. Sünneti bırakıp bidate koyulmaları. 2. Ehl-i Hakkı bırakıp ehl-i batıla uymaları. 3. Her işte heva ve heveslerine göre hareket etmeleri. 4. Hakikatleri bırakıp genişlik ve rahat bir yaşam sevdasına düşmeleri. 5. Davalarına sadık kalmamaları. Günümüz dervişlerinin en fazla becerdikleri beş haslet ise şunlardır: 1. İbadetlerinde vesveseye koyulmaları. 2. Âdetleri sürdürmeleri. 3. Her defasında toplantı düzenlemeleri. 4. Fırsat buldukça ilgi odağı hâline gelmeleri. 5. Tarikat erbabının ahval ve menkabeleri ile avunmaları. Tasavvuf günde bin kerre ölüp yine dirilmektir. Tasavvuf cümle âlem cismine cân olmağa derler. Tasavvuf, Hakk’ın nâmütenâhi kudretini müşahede edip kendinden geçmek, ölmeden evvel ölmek, rûhen diri kalmaktır. Tasavvuf, bütün âlemin cisminin rûhu olmak, onları ihya etmek, Hak Teâlâ’nın “Hayy” isminin mazharı olmaktır. Tasavvuf gönül tahtında sultan olmağa derler. Tasavvuf Hakk'ın esrarına hayran olmağa derler Tasavvuf, dinin özünü bireyin iç dünyasında yaşanır hâle getirme faaliyetidir. Bu nedenle ilm-i hâl ve fıkh-ı bâtın adıyla anılmaktadır. Rûhî ve ahlâkî arınma yolu anlamına gelen tasavvuf düşüncesi, tarikatlar vasıtasıyla sistemli ve disiplinli bir şekilde topluma yön vermiştir İslâm tarihi boyunca tarikat önderleri, yaşadıkları coğrafyanın kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal alanda şekillenmesinde etkili olmuşlardır. Tasavvuf düşüncesinin, anlayış ve terbiyesinin işlendiği, derinleştirildiği ve halka takdim edildiği yerler tekkelerdir. İnsan ruhuna belli bir formasyon vermek tekkenin esas görevidir. Evvel Allah adını yâd eyleriz Dil dil olmuş kalbi dilşâd eyleriz. Zikr-i Hak’la nutku inşad eyleriz. Her harab abâdı abâd eyleriz. Tekkedeki insanlar sadece hemfikir değil aynı zamanda hembezmdir, hemderttir, hemdildir, hemdemdir, hem hâldir, hemavâzdır, hembârdır, hemdûşdur, hemârâmişdir. Tekkelerde dervişin uyması gereken üç kaide vardır: Zikir, Hizmet ve Sohbet! Bunlar da, zamana bağlanmıştır. Sûfîler bütün vakitlerini bu üç şeyle harcayıp bir lokma bir hırkayla yetinen insanlar değillerdir. Bir dervişin tekke hayatı daimî değil, geçicidir. Çok az kişi ömrünün büyük bir kısmını tekkede geçirmiştir. Bunlar genellikle mücered dervişlerdir. Hemen her sûfînin bir evi ve ailesi, geçimini temin ettiği bir işi vardır. Esasen sûfî, toplum için Allah’la beraber olan kişidir. Gayesi, aza kanaat etmek değil, çok kazanıp insanlık için harcamaktır. Halvet der encümen Halka Hizmet Hakk’a Hizmettir İnsanımız Niçin Tasavvuftan Vazgeçemiyor? İkinci soru şudur: niçin tasavvuftan vazgeç(e)miyoruz? Çünkü tasavvuf kültürü insan psikolojisinin en derin noktalarına iniyor ve ışık tutuyor. Çünkü tekke psikolojisi, kamil insanın inşasını öngörüyor. Çünkü tarikat terbiyesi, kavgayı değil, huzur ve sükunu arıyor. Çünkü tasavvuf büyüklerinin bazı tespitleri çağlar üstü bir özelliğe sahip oluyor. Çünkü tasavvuf felsefesi, insan – kainat – Allah üçlüsünü çözmek isteyen entelektüel zekalara çok değerli ipuçları sunuyor. Çünkü tekke atmosferi bize ait olan güzel sanatların hepsine kucak ve alan açıyor. Çünkü dergah eğitimi insanın ayrılmaz bir özelliği olan hissi boyutunu mercek altına alıyor, geliştiriyor ve güzelleştiriyor. Çünkü o, bizim etik ve estetik dünyamızın “olmazsa olmaz” pınarıdır. Günümüz Neslinin Tekke ve Derviş Algılayışı Yeni nesil tekke denilince günümüzde daha çok “küf ve miskinlik kokan” bir yer, derviş denilince ise; “omuzları çökmüş, kamburları çıkmış, yüzleri süzülmüş, gözlerinin feri sönmüş kapı kapı dolaşan” insanları hatırlamaktadır. Günümüz insanı şehvetin kurbanı olmaktadır. Gürültü ile sağırlaşmıştır. Materyalizme kapılmak suretiyle imansız kalmaktadır. Kapitalizmin dişlileri arasında dermansızlaşmıştır Kıskançlık yüzünden hırçınlaşmıştır Küreselleştirme sevdası ile tektipleşmiştir Kapıldığı kibir ve gurur yüzünden cılızlaşmıştır Şehirleşelim derken köksüzleşmiştir. Kaba – sabalık nedeniyle öksüzleşmiştir Cehalet bataklığında seviyesizleşmiştir Gösterişe kapılarak soysuzlaşmıştır Şiddet uygulayarak canavarlaşmıştır Hırs yüzünden huysuzlaşmıştır Tüketimin kurbanı olduğu için tükenmiştir Bu gibi felaketlere karşı tasavvuf kültürünün çağımız insanına vereceği çok şey vardır. Samimi olarak dinlemek ve anlamak lazımdır. Tasavvufî düşünce İslam toplumunun hangi katmanlarına hitap etmektedir? İslam toplumunun bütün katmanlarında, bürokratik elitte (kalemiye), aydınlar arasında (ilmiye), askerde (seyfiye) ve halkta (esnaf, çiftçi, köylü) hep bu dünya görüşünden izlerle karşılaşmak mümkündür. Toplumsal sınıfların buluşma noktası olarak tasavvufu görmek bir fantazi midir? Sultan ve reâyâ, köylü ve şehirli, zengin ve fakir, âlim ve câhil, sünnî ve alevî bütün toplumsal sınıfların buluşma noktalarında tasavvufu görmek bir fantazi değil tarihsel bir gerçekliktir. Tasavvufun günlük hayata yansıması nasıldır? Günlük dilde bile tasavvuftan alınma yüzlerce deyim, tabir ve deyişin yansıması tasavvufun halkın günlük yaşantısı ile ne kadar içice olduğunu göstermektedir. Bir batılının tespitiyle, “Osmanlı döneminde tekkeler, halkın dinin tadını çıkardığı birer yer halini almıştır”. Toplumları, orduları büyük olanlar değil, gönülleri büyük olanlar dönüştürür. Tarihin her döneminde toplumları, orduları büyük olanlar değil, gönülleri büyük olanlar dönüştürmüştür. Görünen silahlarla donatılmış güçleri, hiçbir ülke sınırsız bir biçimde büyütemez. Görünmeyen silahlarla donatılmış, gönlü zengin, gönüllü güçlerin ise, bir sınırı yoktur. Toplumsal hayatta zora başvurma bir sınırdan sonra gücünü yitirir. Güzellikleri büyütenlerin önünde ise, hiçbir güç duramaz. Onların her toplumda gönüllü yardımcıları vardır. İslam Toplumunda Tekkelerin Sosyal Fonksiyonları Asya’nın içlerinden kopup gelen derviş zümreleri, “âyende ve râvende”ye hizmet vermek rolünü ifâ ettikleri gibi, göçler sonucu, Anadolu’ya ulaşan Türk unsurlara, umrana açılan kapıları olacak yerleşik hayat tarzının, yaygınlaşıp kökleşmesini de sağladılar. A. İskân Faaliyetleri a. Viranelik, terkedilmiş yerleri yeniden iskan etmek. b. Kırlarda, emniyet ve konaklama görevi ifa etmek. c. Issız ve korkulu yerlerde, özellikle hudutlarda gözetme görevi yapmak. d. Ticaret ve seyahat yolları üzerinde gelip geçen kişi veya gruplara, Allah rızası için çeşitli kolaylıklar sağlamak. B. Sosyal Güvenlik Ve Barış Toplumunun Tesisi Çok geniş topraklara sahip olan Osmanlı Devleti’nin bazı bölgelerinde merkezî otoritenin pek tesirli olmaması ve uzaklığı sebebiyle yer yer isyan gruplarının ve eşkiyanın bulunması normal bir haldi. Tekke mensuplarının, insan psikolojisine hakim olduğunu, başarı ve metotlarını iyi bilen Saray, böyle yerlere bir zabıta ve zabtiye kuvveti yerleştirmektense, bir zaviyenin kurulmasını daha uygun ve netice bakımından daha faydalı görmüştür. Bu yolla, devletin bu tip dert ve problemleri ortadan kalkmış, muhtemel huzursuzluk ve isyanlar önlenmiş, kaba, sert, haşin insanlar, cemiyetin sakin ve efendi bir üyesi haline gelmiştir. “Totrakandan gelmiyorum” deyimi ve hatırlattıkları Niğbolu’nun Totrakan mevkiinde kurulan Yahya Bey Tekkesi’nin etrafı tamamen bu tip cahil ve kaba insanlarla dolu idi. Hatta halk arasında “o kadar da kaba değilim” anlamına “Totrakandan gelmiyorum” ifadesi meşhur olmuştu. “Zikrolunan mahal ifrata mahuf (aşırı derecede korkunç) ve harami olmağın ol yerde mezkur tekkeyi bina eyleyüp, âyende ve ravendeye, atlarına ot biçup odun getirmek için, mezkur kafirleri cem eyleyip teskin ettirmiş (toplanıp sakinleştirmiş) ol vakitten beri zikrolunan mahal, mezkur Bey sebebiyle müemmen (emniyetli) olup, Müslümanlar bilâ havf (korkusuzca) gelip gider olmuşlardır”. C. Kültür ve Ahlak Transferi Fert kendi dünyasından koptuğu, uzaklaştığı, bağını gevşettiği oranda toplumdan veya sosyal hayattan da kopmuş demektir. tekke, kişiyi yaratıcısına bağlayan/bağlı olduğunu hatırlatan mekan, mürid yaratıcısının rızasını arayan kişi, mürşid ise o rızanın nerede oldunuğu gösteren şahsın adıdır. Oturma merkezlerinde kurulan ve çeşitli tarikatlara ait olan dergahların gördüğü önemli işlerden bir tanesi de kültür ve inancın, halk arasındaki birlik ve haberleşmenin sağlanması idi. Bugünün bütün yayın ve propaganda organlarının yaptığını o zaman tekkeler ve camiler yerine getirmişlerdir. Halk bunlar yoluyla, dinini, ahlakını, edebini, sanatını, kültürünü, geçmişini sevmiş ve öğrenmiştir. Bu noktada mevlevihanelerin diğer tekkelerden daha büyük bir tesir sahası olduğu söylenebilir. Kürsü şeyhliği ve Selatin Camii Vaizliği Meşâyih, çeşitli câmilerde vâizlik ve imamlık görevlerinde bulunmak sûretiyle de halkın bilgi ve irfan seviyesinin yükseltilmesine katkıda bulunmuşlardır. Asırlar boyu büyüklü küçüklü câmilerin vâizliklerini genellikle tarîkat erbâbının yaptığı bilinmektedir. İstanbul’da Cuma günleri kalabalık cemaate namazdan sonra vaaz edilmesi Osmanlılar’da bir gelenek olup bu konuda bir silsile teşekkül etmişti. Fâtih, Süleymâniye, Beyazıt câmilerinde görev yapan ve “Katar şeyhliği” adı verilen bu silsilenin son kademesi Ayasofya kürsü şeyhliği idi. Bu görevi yapana “Ayasofya vâizi”, “Ayasofya Cuma vâizi” de denilirdi. Bu görevi yapanlar aynı zamanda birer tekke şeyhi olduklarından bu isimle anılmışlar ve protokolde en önlerde yer almışlardır. Vaizlik kimi zaman tekkedeki vazîfelerden daha fazla önem kazanmıştır. Örneğin on yedinci yüzyılda tespit edilen 388 şeyhten elli yedisi resmî olarak vaizlik görevinde, on biri de imam ve hatiplik vazifesinde bulunmuştur. Camii Dersleri Mahalle mekteplerinde ders veren şeyhler D. Güzel Sanatların Geliştirilmesi Tasavvufun insanlara kazandırmış olduğu husûslardan biri de, onları zarif, ince ruhlu, sanata meyyâl bir kişiliğe büründürmesidir. Genel olarak tekkeler halk eğitim ile birlikte dinî sınırlar içinde güzel sanatların merkezi ve koruyucusu olmuştur. Güzel sözün, güzel sesin ve güzel çizginin –hattın- birleştiği tek yer tekkelerdir. Bunun için edebiyat ve musiki tarihimizi tekkelerden ayrı olarak ele almak ve işlemek mümkün değildir. Gönül terbiyesini esas alan tekkeden, gönül merkezli bir hareket olan güzel sanatların buluşup gelişebilecekleri daha uygun bir atmosfer yakalamak zordur. Tekkelerde Yürütülen Sanat Dalları Şüphe yok ki kendi benliğimizi derinliğine tanıyabilmek, ücra köşelerine inebilmek için musikinin, şiirin, sema’ın, devranın, hattın, edebiyatın coşturucu, fethedici, yardımcı imkanlarından da yararlanılmıştır. İşte tekkeler, bütün bu yardımcı unsurların, yani bediiyatın hazırlandığı mutfak, kaynadığı kazan olmuştur. Edebiyat Şiir Musiki Sema’ Hat Tezhip Ebru Mimari Oymacılık Çinicilik Mücellidlik E. Tekkeler ve Sağlık Hizmetleri Halk saygı duyduğu ve gönülden bağlandığı insanlardan, sadece gönül dünyasının hastalıklarına değil, bedeni rahatsızlıklarına da deva olmasını beklemiştir. Telkin usulüyle tedavi bazı tekkeleri şifahaneye çevirmiştir. Miskinler tekkesi de cüzamlıların karantina merkezinden başka bir şey değildir. 1. Ruh ve Sinir Hastalıklarının Tedavisi Tekke ve zaviyelerin zaman zaman ruh ve sinir hastalıkları için bir tedavi merkezi olarak kullanıldığını da bilmekteyiz. Daha çok telkin ve irşad yoluyla hizmetlerini sürdüren bu şifa yurtları, çoğu zaman bir şeyhin önderliğinde toplumun bu yöndeki yaralarına da çareler aramıştır. Doktorla hastalar arasında genellikle samimi bir hava vardır. Hasta şifa bulmak için elinden geldiği kadar doktorun tavsiyelerine uyar. Tekke şeyhleri de bu noktayı değerlendirerek, ruhi dertlerine çareler aradıkları insanlar arasında İslam’a uzak olanlara da böylece bir şeyler verme fırsatını bulmuşlardır. b. Miskinler Tekkesi Tekkeler ruh hastalıklarına olduğu kadar beden hastalıklarına da çareler aramıştır. Gariptir ki, tekkeleri kötülemek için kullanılan iki kelime, karantina ve tecrit hizmetlerinin bile bu merkezler kanalıyla yapıldığına dair dikkate değer bir gerçeği saklamaktadır. Kurulan bu tekkeler (Leprozori) toplumda hor görülen bu insanlara yardım elini uzatmış ve huzur evleri gibi faaliyet göstermişlerdir. Kısa süren padişahlığı döneminde seferden sefere koşan Yavuz Sultan Selim’in, tasavvufî faaliyetler adına zikredilebilecek önemli bir teşebbüsü olarak, İstanbul’da kurdurduğu Miskinler Tekkesi’ni kaydetmek gerekir. Üsküdar’da tesis edilen bu tekkenin başında cüzzamlı şeyhler bulunur ve yine cüzzamlılardan oluşan müridleri terbiye ederlerdi. Kendilerine mahsus bir zikir şekilleri vardı. Burası ayrıca “Dedeler Mescidi”, “Miskinler Mescidi” gibi isimlerle de anılıyordu. Daha sonraki dönemlerde bu tür tekkelerin oldukça yaygın hale geldiği görülmektedir. Nitekim adı geçen tekkenin XVII. Asırdaki durumunu nakleden Evliya Çelebi, Anadolu’da ayrıca her şehrin haricinde bir miskinler tekkesi bulunduğunu haber vermektedir. Öte yandan Üsküdar ve Urfa’daki Miskinler Tekkesi’nin bir tür cüzzam hastahanesi olarak çalıştığı görülmektedir. Diğer tekkelerden bir farklılığı olmamakla birlikte bu tekke şehre dışarıdan gelenlerin sıhhi kontrolünü yapar, çeşitli bulaşıcı hastalıklara karşı onları karantinaya alıp hastalıklarını tedavi eder, çevresinde daima doktor bulundururlardı. İbrahim Hakkı Konyalı, kadın erkek, küçük büyük cüzzamlıların ayırım yapılmadan tekkeye alındığını, kendilerinden bir şeyh ve hususi ayinlerinin bulunduğunu kaydetmektedir. c. Hatuniyye Tekkesi Evinde evlad ve iyalinde aradığı huzur ve şefkati bulamayan ruh ve beden hastalıklarını hatta cüzzamlıları dergâh disiplini içinde tedaviye uğraşan ve onlara evlerini aratmayacak derecede huzur verme ve hizmet etmeyi müridlerinin kemâli için şart koşan bir nevi huzurevleri gibi faaliyet gösteren cemiyet hayatının kanayan yaralarını saran kurum ve kuruluşlar olmuşlardır. Eyüp İdris köşkündeki Hatuniye Tekkesi’nin kimsesiz yaşlı kadınları barındırdığı bilinmektedir. F. Tekkeler ve Sportif Etkinlikler Spor faaliyetleri de tekke ile iç içedir. Özellikle dini prensiplere ters düşmeyen veya okçuluk gibi tavsiye edilen sporlar kurulan tekkelerle geliştirilmiştir. “Okçuluk, Peygamber’in tavsiye ettiği bir spordu. O devrin gençlik ve spor teşkilatı olan bu tip tekkeler sayesinde sağlam kafa ve sağlam vücutlarıyla dolu olan bir toplum meydana gelmiştir. Özellikle Osmanlılarda bu tekkeler, talimatname ve spor alanlarıyla ayrı bir özellik taşır.” a. Okçular Tekkesi Okçular tekkesi ayrı bir şeyhin (antrenör) başkanlığında çalışmalarını sürdürmüş, spor hayatına dini bir çeşni vermiştir. Her okçunun evinde mutlaka “Yâ Hak” levhası bulunur, yarışmalarda ok yere düşünce beraberce “Yâ Hak” diye bağırılırdı. Abdest alınmadan ok atılmaz, pirlerini yâdetmeden spor bırakılmazdı. b. Pehlivanlar Tekkesi Osmanlı spor tarihinde önemli yeri olan güreş Pehlivanlar Tekkesi’nde talim edildiği kaynaklardan anlaşılmaktadır. Unkapanı'ndaki Pehlivanlar Tekkesi spor, oyun ve atıcılığa mütemayil gençlerin dinamik enerjilerini meşru zeminlere kanalize etmekteydi. G. Türk Folklorunun Teşekkülü Tekkede kullanılan eşya ve yapılan yemeklerden törenlerle birlikte zenginleşen kıyafetlere kadar pek çok konu kültürümüzün maddi kanadıyla yakından ilgilidir. Nurhan Atasoy’un “Derviş Çeyizi” adlı eseri bu konuya tahsis edilmiştir. Tarikatların Türk örf ve âdetlerine ayrı bir çeşni kattığı, olumlu yönde geliştirerek yükselttiği, halk ananelerine şehevî olmaktan ziyade ruhanî lezzet bahşettiği de gözden kaçırılmaması gereken bir özelliktir. a. Erbaîn Helvası Tophane Kādiri Âsitânesi’nde eskiden beri yapılmaya devam eden ve “Etvâr-ı Seb’a”ya işaret olmak üzere dergâh mensupları arsından yedi kişinin bir araya gelerek, Tevhîd-i şerîf eşliğinde pişirilen, büyük bir merasimle yenen ve mahalle halkına dağıtılıp saraya ikram edilen helvadır. b. Köfteli Çorba Töreni Bursa’da Eşrefzâdeler’in Nâmâniyye Dergâhı’nda bayram sabahları yapılan törendir. c. Özbek Pilavı İstanbul Kalenderhânleri’nde garip seyyahlar ve kimsesizler için hazırlanır. d. Kavurma Lokması Mevlevîlerin Kurban Bayramlarına mahsus taze kurban etinden yapılan gelene gidene lengerler dolusu çıkartılmakta bitip tükenmeyen lokmadır. e. İrmik Helvası Kandil geceleri herkese bol miktarda dağıtılan fıstıklı, sütlü helvadır. f. Limon, Portakal veya Kara dut Peltesi Merkez Efendi Tekkesi’nde bol pilav üzerine verilen peltedir. g. Aş Cemiyetleri Muharrem’in onundan Safer’in sonuna kadar her tekkede tertiplenmektedir. h. Aşure Sekiz kulplu muazzam kazanlarda pişirilen aşure, aşurenin konu komşuya, fukaraya ve civar halka güğümler, lengerler içinde günlerce dağıtılması, ı. Un Ve Susam helvası Kadir geceleri mahalle halkı arasında karşılıklı olarak ikram edilmesi, feyz ü berekete ve hayra yorulan un helvası, susam helvası gibi insanî zevkleri her yıl tekrarlanır, kardeşçe kutlanırdı. i. Helva Sohbetleri Uzun kış gecelerinde ârifâne sohbetlerin yapıldığı “Helva Sohbetleri” meşhur dost meclislerindendir. j. Kahve Kültürü ve Şaziliyye Şazeliliğin İstanbul tarîkat folklorüne belki de en önemli katkısı, kahvenin kökenine ilişkin bir takım rivayetlerden dolayı kahveci esnafının pîri olarak kabul edilen Ali eş-Şazili’nin tekkelerindeki kahve ikramı geleneğine de vurmuş olduğu damgadır. İstanbul’da çeşitli tarîkatlara bağlı hemen hemen bütün tekkelerde bulunan kahve ocaklarında Ali eş-Şazili adının yazılı olduğu bir levha yer almakta, şeyh odasında ve diğer selâmlık birimlerinde ağırlanan misafirlere kahve pişiren dervişler (kahve nakibi ile yardımcıları) kahve ocağını ‘uyandırırken’ ve cezveyi ocağa sürerken Şâzilî pîrine teveccüh etmekteydi. k. Mahalle Tulumbacısı Bektaşiler Bektâşîlerin halkla buluşma mekânlarının başında yeniçeri kültürü ve örgütlenmesi anımsatan mahalle tulumbacıları ve âşık kahvehâneleri gelmekteydi. Daha önceleri yeniçerilerin bağlı bulunduğu kurallar gereği toplumun alt katmanlarıyla ilişkiye geçmeyen Bektâşiye, Tanzimattan sonra bu imkanları ele geçirmiş, devlet kontrolünden tart edilmekte toplumla kaynaşmaları kolaylaşmıştır. Mahalle tulumbacıların temelini, her mahallenin sakinlerinden bu işe uygun kişiler arasından seçilenler oluşturmaktadır. Şehitlik Tekkesi postnişini Nafi Baba’nın mürîdlerinden Ramî (ö.1920) Tulumbacı Bektâşîlerinin en tanınmışlarındandı. l. Bektaşilerin Aşık Kahvehaneleri Tulumbacı örgütleriyle mahalle hayatına içerden katılma imkânı bulan Bektâşîler, âşık kahvehâneleri vesilesiyle de kaynaşmayı derinleştirmişlerdir. XIX. asırda ağırlığını hissettiren aşık kahvehânelerinde özellikle Perişanbaba Tekkesi şeyhi Hasan Baba müntesiplerinden Âşık Ceyhunî (ö.1304/1886) ve Südlüce’deki Bademli Tekkesi şeyhi Münir Baba’dan nasip alan Çınari (ö.1317/1899) gelmektedir. H. Toplumsal Birlik ve Kaynaşmanın Sağlanması Toplumsal birlik ve kaynaşmayı sağlamada bu kurumların önemli hizmetleri vardır. Fikri ve zikri ne olursa olsun herkese kapısını ve gönlünü açan sufiler bu yolla toplumdaki sevgi ve huzurun yaygınlaşmasını sağlamışlardır. a. Hoşgörü ve müsamaha ortamının tesisi Tekkeler, fikir hayatındaki değişik görüşlere saygı açısından da büyük ve önemli hizmetler görmüşlerdir. Fikirleri ayrı, mezhepleri değişik olan kimseler arasındaki kavgalara her toplumda rastlamak mümkündür. Zaman zaman İslam cemiyetinde de bu tip kavga ve sürtüşmeler meydana gelmiştir. Tekke ise her düşünceden olan kimseye kapılarını ardına kadar açmıştır. Mezhebi, meşrebi, dini ve siyasi görüşü tamamen değişik müslümanları kabul etmiştir. Mürid Maturididir, Şafiidir, Eş’aridir, Caferidir, Mutezilidir, Hanefidir. Fakat hepsi aynı şeyhe bağlıdır. Aynı silsile ile Hz.Peygamber’e ulaşmaktadır. Hatta aynı yerde yatıp kalkmaktadır. Tarikatlar mezhepleri ayrı ayrı olan insanları birleştirip bütünleştirirken, mezhepler de tarikatları ayrı ayrı olan müslümanları bir fikri çatı altında toplamakta, böylece İslam toplumu çok yönlü bir bağlanma ile birbirlerine kenetli bir kitle haline gelmektedir. b. Hayatın Yaşanılabilir Bir Hale Getirilmesi Hayatın kavranması, sosyal münasebetlerin ayarlanması, güzel sanatların toplum içindeki terbiye ve âdâbı çeşitli ruh ve beden egzersizlerinden faydalanılarak insan iradesine yerleştirilmesi tekkelerin görevleri arasındadır. Dünyanın şaşasından ve gürültüsünden uzak, kendisiyle, kendi ruhu ve ıstırabıyla başbaşa kalarak çile doldurmak, ruhu olgunlaştırarak, her halini ibadet rengi ve neşvesine boyamak da yine tekkeler kanalıyla meydana getirilmiştir. ‘Gönül kalsın yol kalmasın’ Halk ile münasebetlerinde dikkatimizi çeken örnek şeyhlerden biri on sekizinci yüzyıl Mustafa Nesîb Efendi’dir. O, tarikatın usûl ve erkanını titizlikle uygulamış ve ‘Gönül kalsın yol kalmasın’ sözünü kendisi de düstur edinmiştir. Riyâzât ve mücahedeye büyük bir önem vermiş hatta çoğu zaman taç ve hırka giymemiştir. Ramazan aylarında her akşam 80-100 kişiye iftar vermiştir ve ayrıca davetlere icabet etmiştir. Şeyh Camii Tekkesi ve Kalem Efendileri Bu tür tekkelerden biri de Celvetî şeyhlerinden Erzincanlı Mustafa Efendi (ö.1167/1754) ile Mehmed Said Efendi’nin (ö.1125/1810) vazife yaptıklara Şeyh Camii Tekkesidir. Bu tekkenin müdâvinlerinin çoğu ‘kalem efendisi’ denilen memurlardır. Kadem-i Şerif Tekkesi Halkın yanı sıra devletin her kademesinde vazife yapanlar da tekkelere devam etmekteydi. Bunların bir kısmı tekkelere müntesip olabileceği gibi, belki bir çoğu da dini bilgilerini artırmak, manevi duygularını geliştirmek için şeyhlerinin sohbetlerine devam etmiştir. Bunların bir örneği, Kandil ve Arefe gibi mübarek günlerde kadem-i şerifin bizzat şeyh tarafından ziyaret ettirilmesinin şart-ı vâkıf olduğu Kadem-i Şerif Tekkesi’dir. Özellikle, Perşembe günleri Bab-ı Âli tatil olduğundan sadrazam ve devletin ileri gelenleri tekkeye gelirler, icra olunan ayin seyrettikten sorma Muhammed Ziyad Efendi’nin sohbetinin dinlerlerdi. II. Osman Çelebi Efendi II. Osman Çelebi Efendi, Şeyhülislam vasıtasıyla kendilerine eziyet verenleri cezalandırabilme şansına sahip bir konumda iken bile, onlardan şikayetçi olmamıştır. O rahatsız edenlerin azledilip yerlerine kendisinin arzu edeceği kimselerin vazifelendireceğini söylediğinde, ‘Sen işini Allah Teâlâ’ya havale et, bırak ve gönlünü hoş tut, rahat ol. Çünkü hasmın sana acımazsa Allah Teâlâ acır’ sözleriyle hissiyatını dile getirmiştir. Onun bir başka merhamet örneği de, sohbetlerini ve vaazlarını dinlemek için gelenlerin sayısının artması üzerine, muhaliflerinin bu durumdan rahatsız olmaları ve şikayette bulunmaları ile ortaya çıkmıştır. Şikayet gelenlerden bir kısmı kendisine gelip özür dilemişler ve bu işi tertipleyeni cezalandırmak istediklerini söylemişlerdir. Ancak o, ‘Biz kimseden kırılmadığımız gibi, kimseyi de kırmayız. Bizim vazifemiz kırmak değil bilakis gönüller yapmaktır’ diyerek buna izin vermemiştir.” Şeyh Elvan Efendi 1225-30/1810-1814 tarihlerinde İstanbul-Yüksek Kaldırımlar’da, Fenâyi adıyla bilinen bölgede Elvan Efendi isminde bir şeyh meşhur olmuştu. O dönemde gazeteler olmadığından halk arasında bir şey yaygınlaştırmak veya haber yaymak amacıyla türkü çıkarılmakta, halk arasında kısa zamanda yaygınlaşan türkü ile herkes olay hakkında bilgi sahibi olunmaktadır. Şeyh Elvan Efendi hakkında şu türkü söylenmektedir. Tekkesi var hâne, hâne, Beyleri var dâne, dâne, Şeyhler içinde bir dâne Yanağı gül, saçı sümbül, Âşıklardan alma gönül, Kudûmün canlara minnet, Mahzar-ı güle eyle himmet, Kemer bendin kuşanırken, Eder âşıkların hizmet, Yanağı gül, saçı sünbül, Âşıklardan alma gönül Bende oldum sen cânâne, Aşkınla oldum divâne, Şerbet-i vaslın içenler, Boyandı renk-i Elvâne, Yanağı gül, saçı sünbül, Âşıklardan alma gönül”. Halk arasında şöhreti oldukça yaygınlaşmış, geleni gideni, ziyaretleri çoğalmış ki, tekke küçük gelmeye başlamıştır. Şeyh Efendi ricâl-i devletten birisine “Efendim, dergâh züvvâra ve muhibbâna dar geliyor, himmet etseniz de tevsi’ edilse” deyince “Efendim sabrediniz bir iki seneden sonra geniş bile gelir” cevabını almıştı. Sonradan her nedense Şeyh Efendi Bursa’ya sürülmüş, tekkesi harâp olmuştur. Bir müddet sonra Elvan Efendi İstanbul’a dönmüşse de, artık eski muhibbân ve ziyaretçileri gelmemiştir. Sahte teveccühten bunalan şeyhlerin, bazen etrafına sert ve kırıcı davrandığı da görülmektedir. b. Fakir ve Yoksul Kesimlerin İhtiyaçlarını Karşılamak Özellikle fakir halkla ilgilenerek onların problemlerini çözmeye çalışan, gerektiğinde köylerde bulunan ihtiyaç sahiplerinin ayağına giden meşâyih dahi olmuştur. Niyaz-i Mısri’nin Uludağ Eteklerinde Fakir Arayışına Çıkması Niyâzî Mısrî, Bursa’da iken fakir halkla ilgilenir ve onların problemlerini çözmeye uğraşırdı. Hatta bir defasında yaz mevsiminde fakir halkı ve dervişleri toplamış, birlikte Uludağ’ın eteklerinde bulunan köyleri ziyaret ederek, Seyyid Nasıruddin adında bir şeyhin türbesi etrafında toplanmışlar. Sonra oraya kendisini ziyarete gelen köylülerle birlikte, Uludağ’ın tepesine çıkıp, çadır kurulmuş, yemekler pişirilmiştir. Sevenleri ve müridleriyle birlikte burada bir müddet kalmışlardır. Tekkelerde Yemek Pişirilmesi İçin Vakıflar Tahsis Edilmesi Kimi tekkelerde yemek pişirilmesi için vâkıflar tarafından özel olarak para ayrıldığı görülmektedir. Bursa, Hamam Tekke’nin gelirlerinden yıllık 500 kuruş “tabh-ı ta’am” için ayrıldığı 1076/1665 târihli vakıf kaydından, yine başka bir kayıtta ise Şeyh Ali Zâviyesi’nde aşure pişirilmesi için yıllık 360 kuruş ayrıldığı tespit edilmektedir. Kezâ Ebû İshak Zâviyesi’nde her gün yemek pişirilerek, çevrede bulunan fakirlere dağıtılmaktadır. İhtiyaç Sahipleri İçin Karşılık Beklemeden Borç Para Verilmesi Tekkelerde ihtiyaç sahipleri için karşılık beklemeden borç para verildiğini de tesbit ediyoruz. Hatta bu hususta herhangi bir din ayrımına da gidilmediğini Bursa’da olan bir uygulamadan anlıyoruz. Matyoz veled-i Setroz isimli bir gayr-i müslim Bursa Mevlevîhânesi’nden kırk kuruş borç almış ve bu borçlanma da Kostantin adlı bir başka gayr-i müslim de kefil olmuştur. 10. Konaklama Hizmetlerinin Deruhte Edilmesi Tekke ve zaviyeler bazen han ve kervansaray gibi müesseselerde ek bir kuruluş olarak hizmet vermişlerdir. a. Özbekler Tekkesi İstanbul’da bulunan Hindîlere ait tekkeler, genelde Hint alt kıtasından gelen yolcuların zengin de olsa daha rahat hareket etmek için tercih ettikleri mekânlardır. Orta Asya’dan hac amacıyla gelen dervişler ise Üsküdar ve Eyüp Özbekler tekkesinde aylarca misafir olarak kalmakta, manen bağlı oldukları hilâfet makamını ziyaret edip halîfeyi hiç olmazsa Cuma selâmlığında gördükten sonra yollarına devam etmekteydiler. Eğer aileden birisinin rahatsızlığı ve başka bir nedenle Kâbe’ye gidilmezse, yolculuk ertesi seneki hac mevsimine kadar ertelenmekte, misafirlik de doğal olarak uzamaktaydı. Muhibbân Dergisi’ndeki yazıda, bu misafirlerden fakir olanların beyaz sarıkları, uzun hırkalarıyla sokaklarda çakı, bıçak bileyerek, tabak, çanak kenetleyerek masraflarını çıkarttıkları da yazılıdır. Makalenin devamında o gün için Avrupa’da insanlığa hizmet amacıyla kurulan hiçbir kurumun Osmanlı’daki tekkelerin destekleyici ve kaynaştırıcı yapısıyla kıyaslanamayacağı da belirtilmektedir. Buhara Tekkesi: Eminönü (17. Asır) 18. Asırda Buhara Tekkesi, Özbek kökenli şeyhlerin siyasi, diplomatik ve kültürel alanlarda göstermiş oldukları faaliyetlerden dolayı, Osmanlı İmparatorluğu ile Orta Asya hanlıkları arasındaki ilişkilerde önemli ilişkiler icra etmiştir. Osmanlı sultanları,18. Asır sonlarından itibaren bu tekkenin şeyhlerini, Çağatay Türkçesi bilmeleri ve ayrıca Orta Asya’yı ve bu yörenin adetlerini iyi tanımaları nedeniyle, Osmanlı İmparatorluğu ile söz konusu hanlıklar arasında olağan üstü elçi olarak görevlendirmeyi de adet haline getirmişlerdi. Buna misal olarak Şeyh Yahya’nın resmi diplomatik vazifesi zikredilebilir. Buhara Emirliği’nden İstanbul’a yolu düşen birçok önemli kişinin, tıpkı bir sefarathanede olduğu gibi burada konaklandıklarına bakılırsa, tekkenin Orta Asya açısından da aynı şekilde mühim olarak telakki edildiği söylenebilir. b. Afganiler Tekkesi: Üsküdar (18.Asır ) İstanbul’daki Nakşi Tekkeleri içinde yalnızca Afganiler Tekkesi mücerred dervişlerin devam ettikleri bir merkez olma özelliğini kuruluşundan itibaren sonuna kadar taşımıştır. Nitekim tipik bir kalenderhane özelliği taşıyan tekkenin kitabesinde de bu hususa işaret edilmiştir. Daha çok Orta Asya kökenli Nakşibendilerin temsil edildiği Afgani’ler tekkesi Nakşibendiliğin Müceddidilik kolundan bağımsız olarak hareket etmekle birlikte İstanbul’daki Özbek ve Hindi Tekkelerinin yanısıra Kalenderhanelerle de yakın kültürel ilişkide bulunmuştur. |
Bu Makaleye Ait Eleştiri Makaleleri | |||||
|