EÄŸitim Kurumu   ( 2141 )   Kitaplarda   ( 1659 )   Yazarlarda   ( 4831 )  
Dergilerde   ( 786 )   Kütüphanelerde   ( 151 )   Åžehirlerde   ( 182 )  
Makalelerde   ( 2196 )   Multi Media   ( 323 )   Fetvalar   ( 895 )  
Hit
9129104
Üye 1490
Online Üye 0

13. Asır Anadolusunda Tasavvuf ve Hazreti Mevlana

 Kitap Detayı Kitap No : K-  
Yazar Adı İlim Dalı Konusu Dili
Samiha Ayverdi Tasavvuf Türkçe
Özelliği Tercüme Eden
 
       
Makale No: 113 Hit : 11014 Hata Bildirimi Tavsiye Et
Tanıtılan Yazarın Bilgileri
Yazar Adı Muhammed Celaleddin ( Mevlana Celaleddin er Rumi )
 
   Makale Yazarına ait Kitaplar E-Kitaplar Makaleler Hakkındaki Makaleler    

Yazara ait kitaplar
# Kitap Adı

Yazara ait e-kitaplar
# Kitap Adı

Yazara ait makaleler
# Makaleler Adı
1 Mesnevi Terbiyecisi ve İnsanlık Alemi II
2 Mesnevi Terbiyecisi ve İnsanlık Alemi
3 13. Asır Anadolusunda Tasavvuf ve Hazreti Mevlana

Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri
# Makaleler Adı

Özeti
İşte Anadolu'nun kifayetli bir devletçilik anlayışından mahrum ka­larak kendi başının derdine düştüğü Onüçüncü asırda tasavvuf an'anesinin, Bâtınî karakter taşıyan mih­raklarına rağmen, saf ve sünnî imânı destekleyen çok kuvvetli mer­kezler, rüştlerini ve zaferlerini ilân etmiş bulunuyorlardı.

Bahusus Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin, saf imâ­nın hür ve samimî temsilcisi olarak gelip Konya'ya yerleşmesi, iktisadî buhran ve içtimaî huzursuzlukları bir çamur gibi yoğurup, bundan tefek­kür sistemleri lehine tehlikeli bina­lar kurmak isteyen Bâtınî kuvvetle­re karşı protesto mahiyeti göster­miş ve müthiş zehirlerinin panzehiri olmuştu.
click here click married affairs
link why do women cheat why do wifes cheat
bystolic coupon site coupons for bystolic
sumatriptan succinate sumatriptan succinate sumatriptan succinate
bystolic free trial coupon bystolic add on copay card
bystolic coupon 2013 forest patient assistance bystolic generic alternative

Yayın Bilgileri
Yayınlandığı Kaynaklar Türk Edebiyatı Dergisi, cilt:1, sayı:12, s. 19
Yayınlandığı Tarih Aralık 1972
Yayınlandığı Dergi a Sanat ve Edebiyat Dergisi
Sanal Dergi
Makalenin Linki

Makale Metni   [Yazdır/Print]

13. Asır Anadolusu’nda Tasavvuf Ve Hazreti Mevlana

                                                         

Hazreti Mevlana, her cep­hesi bir baÅŸka görünüş, bir baÅŸka renk ve cazibe arzeden o menÅŸura benzer ki, bu hikmetler, bu bilgiler, bu aÅŸklar, bu san'at ve zarafetler hevenginden, isteyen istediÄŸini çekip alabi­lir.

Mevlânâ, kendi ÅŸahsiyetini, bir ayağı ÅŸeriatta kaim dururken öteki ile yetmiÅŸiki milleti devreden bir pergele benzetmekle, bu çok cebheli iç portresini bizzat ve kuvvetle çiz­miÅŸ bulunmaktadır.

 

Bizim ÅŸuracıkta yapmak istedi­ÄŸimiz, o hikmetler ve marifetler hevengine naçizane uzanarak, Onüçüncü asır Anadolu'sunun tefekkür ve tasavvuf haritasındaki yerini, hâle ve istikbâle uzanan tesirlerini, en kısa çizgilerle gözden geçirmektir.

 

BilindiÄŸi gibi Onüçüncü asır, Selçuk Devletinin, siyâsî, içtimaî ve iktisâdı buhranların bitmez tüken­mez tazkiyi altında can çekiÅŸtiÄŸi is­tikrarsız ve huzursuz bir devridir. Bu ÅŸaÅŸkınlık ve kararsızlık içinde bunalmış olan halk, bir manevî ümit ve istinat noktasına baÄŸlanmak za­ruretinde idi. Bu arada, mazisi bin­lerce sene evveline giden ve yeryü­zünün çeÅŸitli fikir, felsefe, itikat ve mezheplerinin içine sızmış kabalıstik motifler, adetâ kıyafet deÄŸiÅŸtirerek, İslâm dininin içine de yol bulmuÅŸtu. Bu arada, bir takım bâtınî ve harici temâyüllü tarikat  ve mezheplerle, sünnî imana su katmakla mükellef şüpheli müesseseler, Anadolu'da yaygın bir nüfusa sahip bulunuyor­lardı.

                                 

Selçukluların siyası fetret ve bozgunlarının sosyal plânda yarat­mış olduÄŸu buhranlardan faydala­narak geliÅŸmiÅŸ Cimri Baba ve Baba İshak vak'aları gibi arkalarından büyük topluluklar sürükleyen dîni siyâsî hareketler ise bir tasavvuf sisteminin malı olmakdan ziyâde, asayiÅŸ ve inzibat noktasından ele alınmak gereken vak'alar diye sınıflandırılmalıdır.

 

Halbuki saf ve samimî mânasıyle Åžark, Ahmed Yesevi'den evvel ve sonra, sünnî Müslümanlığı bir sünger gibi emip bünyesinde temsil ede­rek, onu tasavvuf normları içinde yeniden İslâm âlemine iade ederken, bir mücahade ve tasfiyeli bir imân ruhunu da beraber getirmiÅŸtir.

 

Åžeriata baÄŸlı, berrak ve fera­gatti bir ahlâk anlayışının, Ahmed Yesevî adına Uzak Åžark'dan Garp Türklüğü içine getiren binlerce velî, ne çare ki bir tarafdan yabancı ÅŸeriatlerin nüfuzu altında kalmış, bir tarafdan da zümre ve ÅŸahıs men­faatlerine âlet olmuÅŸ Bâtınîlerle kar­ÅŸÄ±laşınca, onlar tarafından kendi saf­larına kazanılmış gibi gösterilmiÅŸtir.

Böylece, zamanın aldatan hükmü, beşeriyete üslûp ve istikâmet veren bu erleri, erenleri, ahileri, abdalları, dalaletin ve cehaletin kendisi imiş gibi damgalamak hatasına düşmüştür.

                                                       

ANADOLU'DA  kızılbaÅŸlık cere­yanlarının ve buna muvazi olarak, rengi ve hüviyeti ka­ranlık bir melâmet fikrinin basit halk tabakaları arasında kesif tarafdar bulması, insanları dinin kayd ve külfetlerinden azade tutan bir hürriyet vâdederek, ÅŸeriatın ha­ram kabul ettiÄŸi fiilleri mubah te­lâkki etmesi ile izah olunabilir.

 

Ne ki, ÅŸeraite baÄŸlı inanışın kal'ası olan Selçuklular devrinde ta­savvuf müessesesi ve diyanet harita­sı, İslâm birliÄŸini parçalamak yo­lunda siyâsî, içtimaî ve iktisadî im­kânlardan kuvvet ve mesnet bulan bu ocaklara Fahreddin-i Irâkî, Sadreddin-i Konevî, Evhadeddin-i Kir­manî ve nihayet Celâleddin-i Rûmî gibi kuvvetli merkezlerle karşı çık­mış bulunuyordu.

 

Yeryüzünün medeniyet hamleleri ile çiçeklendiÄŸi devirlerin tarihini ka­pak gözle de yoklatmış olsak, karşı­mıza mutlaka âdil, âbid ve feragatli hükümdarlar çıkar. Fakat ne vakit ki devlet idaresi, zihnî ve ruhî ke­malden mahrum küçük adamların elinde kalır; o zaman da ızdırapla kıvranan kütleler, hiç deÄŸilse bu cev­heri pasif manâda hâmil olanların veya hâmil olduÄŸu zannedilenlerin etrafında büyük bir ölçüde toplanır.

 

İşte Anadolu'nun kifayetli bir devletçilik anlayışından mahrum ka­larak kendi başının derdine düştüğü Onüçüncü asırda tasavvuf an'anesinin, Bâtınî karakter taşıyan mih­raklarına raÄŸmen, saf ve sünnî imânı destekleyen çok kuvvetli mer­kezler, rüştlerini ve zaferlerini ilân etmiÅŸ bulunuyorlardı.

Bahusus Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin, saf imâ­nın hür ve samimî temsilcisi olarak gelip Konya'ya yerleÅŸmesi, iktisadî buhran ve içtimaî huzursuzlukları bir çamur gibi yoÄŸurup, bundan tefek­kür sistemleri lehine tehlikeli bina­lar kurmak isteyen Bâtınî kuvvetle­re karşı protesto mahiyeti göster­miÅŸ ve müthiÅŸ zehirlerinin panzehiri olmuÅŸtu.

 

O zamanki Türk - İslâm coÄŸraf­yasında, içtimaî muhitin bir mahsulü olan bu diyanet ve tasavvuf harita­sını ÅŸu kısa yazımızda çizmeye im­kân yoktur. Bu sebeple, devrin ni­rengi noktası olan Hazreti mevlânâ'nın huzurunda tazimle duralım:

Sultan-ül Ulemânın oÄŸlu mü­derris Mevlânâ Celâleddin, Åžems-i Tebrîzi'nin ÅŸevkiyle karşılaşıp hayatının aklî ve ilmî diyebileceÄŸimiz ilk safhasını kapatıp bir karar ve de­vam devresine girdikten sonra, vazi­fe ve mes'uliyetlerinin ÅŸuurunu ta­ÅŸÄ±yan büyük insan rolünde, o binbir cepheli ÅŸahsiyetiyle, bir mürebbi -mürÅŸid olarak beÅŸer saflarının ara­sına atılmıştır.

 

Åžems, onun fışkırıp köpürmek gününü bekleyen sırlı tohum-yüklü ruhuna bir ışık gibi dolarken, Mevlânâ da, coÅŸup köpüren yüreÄŸinin mahsulleriyle in­sanlık âlemine sonsuz bir rahmet olup saÄŸnak saÄŸnak dökülmüşdür.

 

Åžems-i Tebrîzî, kendini arayan ve kendini bulmakla herÅŸeyi bileceÄŸi-ni söyleyen Mevlânâ'ya bu vahdet sırrını iÅŸaret eden ezel elçisiydi. Vak­taki o vahdet ÅŸifrecini beraber çöz­düler, Åžems, müridinin hayatından çekilerek, onu, insanlık âlemine kar­ÅŸÄ± vazifeleri ve mes'uliyetleri ile baÅŸ-baÅŸa bırakdı.

Böylece de artık, herÅŸeyi bilen ve bildiÄŸini de âleme öğretmekle mü­kellef olan büyük hakîm, tâbire ta­rife gelmez bir aÅŸkdan arda kalan yüreÄŸinin iki cihana sığmayan iÅŸti­yak ve hasreti içinde, tefekkür ve imânının coÅŸkun seline âlem halkım muhatap etmiÅŸ bulunuyordu.

 

öyle ki, bir tarafdan bir fikir ve mantık silsilesinin burhanları ve ger­Ã§ekleri ile muhteÅŸem Mesnevî'si in­sanoÄŸlunun kulağını büküyor, muzdarip ve muhtaç kütlelere vahdet inanışım, imân heyecanını, Allah sev­gisini sebil sebil dağıtıyor;  bir taraf dan da gazellerinin, rubâilerinin, semâ ve tarablarının aÅŸk ve san'at dalgaları, Konya'yı, hattâ Rum di­yarının hudutlarını aÅŸarak, kervan­ların zîkıymet eÅŸyaları arasında diÄŸer medeniyet merkezlerine ulaşıyordu.

Kendini bir beÅŸeriyet fedaisi olarak insanlara nezretmiÅŸ müstes­nalar arasında bulunan Mevlânâ Celâleddin-i Rumî'nin kütle terbiye­sinde gayesi, sistemi ve metodları gayet sarih ve hasbî idi: Tam bir vahdetçi görüşle, iyalullah tanıyıp saygı, sevgi ve ÅŸefkatle baÄŸlı olduÄŸu insanları, hayvani insiyaklarının esa­retinden kurtararak tasfiyeli ve mu­haseben bir ruha, bir vicdan hür­riyetine eriÅŸtirmek istiyordu.

 

Bunun için de kütlenin bir ÅŸevk ve imân potasında birleÅŸip bir bütün haline girmesi ve sonra da bu ÅŸevk ve imâ­nın, o bütünün müşterek enerji kay­nağı haline gelmesi lâzımdı.

 

iÅŸte rehber ve mürebbî Mevlâ­nâ, bu gaye uÄŸrunda nesi var nesi yoksa insanların önüne döküp, on­ları bulundukları seviyeden bir adım ileri götürmek için san'atını, imâ­nını, ahlâkını, ÅŸevk ve aÅŸkını kütle emrinde seferber eden örnek terbi­yecidir.

 

İnsanları kendi kendileriyle yüzleÅŸtirerek kötülüklerinden utandıran ve onlara kemâlin ve müteâlin hasret ve iÅŸtiyakı­nı aşılayan Hazreti Mevlânâ, böyle­ce nefsanî kuvvetlerin baskısı ile si­nip, ÅŸuuraltında uyuklaya kalmış de­ÄŸerleri, sihirli aÅŸk asâsiyle dürterek faaliyete geçirmeyi bir din gibi mu­kaddes bilmiÅŸtir. Zira kendi kendine bilkuvve mevcut kıymetlerle aÅŸina­lık kurup, onları yüksek ve müşte­rek bir imânın içinde faal kılan kim­selerdir ki cemiyeti cahilden bilgiye karanlıkdan aydınlığa çıkarırlar; müşkülleri yener, zorlukları aÅŸar, güzeli bulur, doÄŸruyu arar ve iyinin peÅŸine düşerler. Öyle ki bu ÅŸevk ve imân potası içinde harmanlanıp sav­rulan ferdî egoizm, yani nefsanî kuv­vetler, musaffa bir enerji haline ge­lince de, iç tabiatın pençesinden kur­tulan insanoÄŸlu, kinlerden, hasetler­den, gurur, intikam gibi yıkıcı ve menfî duygulardan boÅŸalarak bir vicdan cennetinin hürriyetine adımını atmış olur.

Kütle terbiyesinde sevgiyi esas tutan büyük hakîm, bunun içindir ki cemiyetin her bir tabakasına cömert hattâ müsrif bir efendi ikramiyle el uzatarak: "Ben her cemiyette nâlân oldum, kötü halliler ile de iyi halliler ile de beraber oldum." demekden çekinmemişdir.

 

Hudutsuz bir aÅŸk, başı sonu ol­mayan bir sevgi ummanı halinde gö­nüllere dalga dalga çarpan Mevlânâ'nın insanoÄŸluna en büyük arma­ÄŸanı, onu kendi ayıplarından utan­dıracak kadar müsamahalı ve anla­yışlı bir muhabbet ve ÅŸefkate gark etmiÅŸ olmasıdır.

EÄŸer Mevlânâ Celâleddin-i Rû­mî, Divan-ı Kebir ve Mesnevi gibi iki muazzam ve eriÅŸilmez âbide bırakmamış olsaydı, yine kütlenin ha­murunu mayalayan büyük ve müs­tesna insanlar safında yer almış bulunacakdı.

Zira o, hudutsuz sami­miyeti, bilgisi, sevgisi, vecdi, imâm ve san'atı ile insan topluluklarının nabzım elinde tutan, onlara ahenk, nizam ve ÅŸifa sunan bir alıcı - ve­rici cihazdı.

îçtimâî ÅŸuur ise, hikmetiyle, irfaniyle, aÅŸkıyle zamanına ve zamanının ötesine hükmeden büyük 'kurtarıcıları, âdeta insiyakı bir fe­rasetle sezip keÅŸfederek izine düşer ve etrafında yerleÅŸir.

 

Yaradılışını bekaa ve devam sırlarını hâmil olan bu büyük kurta­rıcıya, şâir olarak, mütefekkir ola­rak,  hakîm olarak,  mutasavvıf ve san'atkâr olarak, bizimle beraber bütün dünyanın da ebedî hayranlık ve ihtiram borcu vardır.

Fakat bu vatanın, bu toprakların evlâdı olarak biz Türklerin, tarih kaderimiz yö­nünden, ona ayrı bir minnet ve şük­ran borcu duymamız gerekir. Zira Onüçüncü asır Anadolu'sunun bir tarafda çeÅŸitli mezhep ve inanışlar­la bulanmış havası, bir tarafdan MoÄŸol istilâ  ordularının  baskısı ile karışmış nizamı içinde Mevlânâ'yı, mücâhid ve kahraman ruhuyla, yıl­madan, usanmadan Müslüman - Türk imân ve tefekkürü adına faaliyette görürüz, öyle ki, mâlik olduÄŸu de­ÄŸerlerle hâlin olduÄŸu kadar istikbâ­lin de hamurunu mayalayan her bü­yük insan gibi, kütleye, kemâlin ve müteâlin tohumlarını saçan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî de, Anadolu Türk­lüğünün siyâsî kaderiyle iÅŸbirliÄŸi ya­pan içtimaî târihinin fonunu çizmiÅŸ üstad bir kudrettir.

 

Selçuklu İmparatorluÄŸunda MoÄŸolların oynadıkları son oyunları, ferasetli bir müşa­hit olarak takip etmek vazi­yetinde bulunan büyük terbiyecinin, askerî baÅŸarılarına raÄŸmen ,neticeyi, medenî seviyeleri düşük MoÄŸollar lehine görmediÄŸi aÅŸikârdı.

Bâzı ÅŸiir­lerinde, bu istîla hareketlerine açık veya kapalı temas eden mısralar gö­ze çarpar. Ne ki bunlar, bir ressam fırçası sadakatiyle hâdiseleri taraf­sız renklerle çiziyor ve bunların dış mahiyetlerinden içeri sızarak, hâlin gebe olduÄŸu istikbâli iÅŸaret ediyor­du. Bir tarafdan Tatarların zulmün­den bahsederken, Tatar ahusunun miskini arzuladığını da  kaydetmekden geri kalmaması, beklediÄŸi mis­kin, bu zulüm ve faciaların eliyle karılıp karıştırılan kütlenin ıstırap ve inhilalinden doÄŸacak sentezin ta kendisi olmadığını nasıl iddia ede­biliriz? Zira:

 

Hâkimest yef'alullah-ı mâyeşâ O zi ayn-ı dud engîzed deva

 

"Alla hâkimdir, istediğini yapar; o, derdin içinden deva çıkarır"

demek­le, bizatihi derdin içinden alınan aşı­ya, reaksiyonlara kıymet verdiÄŸini belirtmiÅŸdir.

 

Bunun için Hazreti Mevlânâ, üç asır sadrı islâm imtiyazını muhafa­za etmiÅŸ bu imparatorluÄŸun yıkılı­ÅŸÄ±na bigâne deÄŸil, tarafsızdı.

Selçuk devri kapanabilirdi ve kapanacakdı. Târih meydanında talih deneyip nö­bet savanlar arasıda Selçuklu de­nen bu devlet de, Küçük Asya Türk­lüğüne bir Akdeniz medeniyetinin ilk tecrübesini gösterdikden sonra, artık siyâsî kaftanını sıyırmak üze­re bulunuyordu. Ama ömrünü ta­mamlamış bir devletin târih huzu­rundan çekilmesi, kütlenin baÄŸrında mahfuz potansiyelin kaybolması de­mek deÄŸildi. Mademki MoÄŸollar, istilâ ve zaferlerine raÄŸmen bu muh­teÅŸem medeniyet bakiyesine vâris olmakdan uzak bulunuyorlardı, ÅŸu hailde galibin de maÄŸlupla beraber, üstün bir kuvvet tarafından temsil edilmesi, onun da inhilâl edip yeni bir terkibin potasında erimesi lâzım geliyordu.

 

Acaba bu namzet kuvvet kim­di ve nerede idi? Hızını al­mamış bir Müslüman - Türk dinamizmi, kütlenin ÅŸuural­tında gidiÅŸmekde bulunuyordu ki, henüz kuvvede olan bu gizli talebin, yeni bir merkez etrafında peteklenip et kemik baÄŸlaması lâzımdı.

 

İşte Osmanlı Türklüğünün devir alacağı ve dört başı mâmur bir ci­han imparatorluÄŸunun bünyesine ör-güleÅŸtireceÄŸi bu potansiyeli, içtimaî ÅŸuurun hamuru içinde yoÄŸurup yeni bir inkiÅŸaf ve yeni bir nizama götürmekde birinci derecede söz sahi­bi olan tasavvuf an'anesi içinde Mev­lânâ, her Türkün minnet ve şükran­la baÄŸlanması gereken inÅŸaacı ide­alistlerin ön safındadır.

 

Terbiyeci ve mürÅŸit Mevlânâ, muvazenesi bozulmuÅŸ bir cemiyette, asırların ve nesillerin süzgecinden geçmiÅŸ kararlı mizacı, salâbetli ahlâ­kı, derin kültürü, feragati ,ismeti ve asaletiyle, sahteyi gerçekten, istatis­tik bir görüşle ayırd ederek içtimaî ÅŸuurun önüne döken ve beÅŸeriyetin eline bir kıyas malzemesi vererek kütleye nefes aldıran hakîm insandır.

İçinde derslerini verdiÄŸi medre­senin muhteÅŸem çatısı altında tak­ririni bitirip de, iki cihanın kayıt­larından azade başı önünde, dudak­larında aÅŸk gazelleri, cübbesinin etekleri uça uça geçtiÄŸi yollara ve konduÄŸu duraklara, hikmetinden, ir­fanından, heyecan ve samimiyetin­den aÅŸikâr bir iz, bir niÅŸan, bir ses ve nefes bırakmışdır.

İsterse beÅŸeriyet ÅŸimdi de aynı izi bulur ve üstünde yürüyebilir, aynı sesi ve nefesi duyarak, büyük kurtarıcılar kafilesinden olan bu bü­yük terbiyeciyi, kendi arasında, ken­di hayatının içinde bulabilir. Yeter ki âdemoÄŸlu, büyük insan motifine olan ezelî ve tabî ihtiyacını hisse­decek seviye ve ÅŸuuru yeni baÅŸdan kazansın ve elini de gönlünü de onunla birleÅŸtirmek lüzumuna inan­sın.

Yazımı, büyük üstadım Ken'an Rifâî'nin, Mevlânâ'nın vasfında söy­lediÄŸi bir sözle bitirmek istiyorum:

 

"O, şiir güzelidir, musikî güzelidir, bilgi güzelidir,

Allah güzelidir. O GÜZELLER GÜZELÎDİR."


Bu Makaleye Ait EleÅŸtiri Makaleleri
# Makaleler Adı
Kullanıcı Yorumları

! Yorum yazabilmeniz için üye olmalısınız.
Üyelik için lütfen sayfanın üst kısmında yer alan"Üye Giriş | üye ol" linkine tıklayınız.

Kayıt Ekleyen / Eklenme Tarihi
Nurgül Çepni / 8.07.2009



Eski Eserler


Eski Eserler Kütüphanesine Hoşgeldiniz!

Hesap İşlemleri

Üye değil misiniz? Üye olun!

Eski Eserlere üye olarak, kütüphanenimiz ve eserlerimiz hakkında paylaşımlardan hesabınız üzerinden faydalabilirsiniz...